Ambrose Bierce'in, "An Occurrence at Owl Creek Bridge" (Baykuş Deresi Köprüsü'nde Olay) adlı muhteşem öyküsünü okumuş muydunuz? Amerikan İç Savaşı sırasında tren raylarını sabote etmeyi amaçlayan Peyton Farquhar adlı güneyli çiftçi, sonunda bir köprüye asılarak idam edilir. Öykü, idam mangasının ortasındaki zavallı Farquhar'ın boynuna ilmiğin geçirilmesiyle başlar. İnfaz emri verilir verilmez ip kopar ve mahkûm dereye düşer. Köprüdeki ve kıyılardaki askerlerin ateşledikleri mermilerden sıyrık bile almadan yüzerek kaçar ve uzaklarda karaya çıkar. Tanrısal-anlatıcının olan biteni Peyton Farquhar'ın devinim halindeki düşüncelerinin yanıbaşından aktarması sayesinde adamın ormandan kaçarken zihninde beliren anılara, sevdiği kadının yolunu gözlediği yuvasına yaklaşırken içinde yükselen coşkuya, peşindekileri atlatıp evine varırsa kurtulacağı ümidine tanık oluruz. Adamın kaçışındaki eziyet öykünün anlatımına da bütünüyle yansır. Ev biraz ileride belirip adamın görüş alanına girer ve adam en sonunda gölgelerin arasında karısının karaltısını görür. Tam onu kucaklayacakken öykünün başında, yani birkaç saniye önce, boynuna geçirilen ilmik sımsıkı gerilir. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmiş, anlatıysa bu kısacık ânı genişletip sözcükler yoluyla (öykünün nesnel zamanında yalnızca bir saniye süren) gerçek dünyadan ayrı, bağımsız bir zaman yaratmıştır. Kurmacanın psikolojik zaman üstünden nasıl kendine özgü, bağımsız bir zaman inşa ettiğini bu örnekle açıklayabildiğimi umarım.