sen o plütonik sevdanın yollarından geçmedin sülük o yüzden bilmezsin. senin paran dayansa kalbin dayanmaz. onlar para dayandıramayanlar. paraya dayanamayansın sen. çocuğunun on sekiz senelik okul masrafını bir köşeye atmak nedir bilmezsin o yüzden. yeni dükkan açmış küçük esnaf heyecanı nedir onu da bilmezsin. eser yok dirayetli takipçlikten.
(...)
markete giderken boykot listeni yanına aldın mı?
yatarken perdeleri çekiyor musun?
gücün yettiğince küçük görüyor musun kendini?
sıkılmak utanç veriyor mu?
günler geçmek biliyor mu?
sigarayı azalttın mı?
seni bulamayacaklarını mı sandın?
akşamları elektrikler kesilince mutlu oluyor musun?
köpeğinin seni sevdiği kadar sevebiliyor musun kimseyi?
Sonya ona hızlı bir göz attı.
Mutsuz bir insana karşı duyduğu o heyecanlı ilk acıma duygusundan sonra, yeniden korkunç cinayet düşüncesiyle sarsıldı. Raskolnikov’un konuşma tonundaki değişme, ona bir anda cinayeti ve katili hatırlatmıştı. Şaşkınlıkla bakıyordu ona. Bu iş niçin olmuştu, nasıl olmuştu, daha hiçbir şey bilmiyordu. Bu sorular şu anda
okul günlerinizi animsayin; Sınıfınızda, kendiniz veya bir başkasının, öğretmenin sorusunu"' yanıtlama konusunda ne kadar hevesli olduğu anlari hatırlayın: "Lütfen öğretmenim, lütfen, ben!" Gerçekten özgün, yaratıcı, kendinizi ifade eden bir yanıt verdiğiniz andakı heyecanı anımsayın. Oğretmen ne yanıt vermişti? "Hayır, istediğim yanıt bu değil." Sınıftan yükselen alaycı kahkahaların ardından. ber çocuğun aklının içinde küçük bır ses, "Bunu bir daha asla yapma" demekteydi.
"Nazım sahneye oyunlar hazırlıyor
Gittikleri yerlerde de ayakta alkışlanıyor.
Okul tiyatrosunda
Eşitlik esas, konu özgürlük.
Ne yaparlarsa paylaşarak,
Herkes hem oyuncu
Hem de oyun yazarı.
Üniversite bitince
Kimi doktor olacak,
Kimi sanatçı,
Ortak noktaları,
Ülkelerine dönüp
Dünyayı değiştirme heyecanı. "
İlkokul ikinci sınıf öğrencileri, "Siz baba olsanız, babanız da çocuğunuz; suç işlediğinde ona ne ceza verirdiniz?" sualini başarıyla cevaplandırırlar.
Henüz sınav heyecanı bilmeyen, duygularını minicik elleriyle, olduğu gibi kağıda dökmeye çalışan bir yavrunun kurşun kalemi şu kelimeleri sıralıyordu
"Onu bir topal ata bindiririm.
Biraz kendini anlattı Esat. Ne kadar anlatılabilirse. Hukuk Fakültesi’ne gidiyordu yıllardır. Bitireceğini ümit etmiyordu. Üniversitenin havasını seviyordu: kantinde oturmak, toplanıp sinemaya gitmek. İmtihan zamanları, birlikte ders çalışmanın başka bir heyecanı oluyordu. Telaş içinde ders notlarının aranması; kahvelerde, pastahanelerde, evlerde, sık sık güzel bahanelerle kesilen çalışmalar. Kırmızı kalemle önemli satırların altının çizilmesinde bile başka bir güzellik vardı. Paraya ihtiyacı olduğunu düşündüğü zamanlar bir işe girip çalışıyordu. “Kendime göre güzellikler buluyorum yaşamakta işte,” dedi gülümseyerek. “İstemediğim şeyleri yapmıyorum hiç olmazsa. Arkadaşlarım beni düzeltmeye çalışıyorlar. Fakat hepsi beceriksiz bu konuda. Belki siz de şimdi onlar gibi düşünüyorsunuz. Ya da düşünebilirsiniz. Her şeyi olduğu gibi kabul etmediğinizi seziyorum. Belki siz de Selim gibi, sezgi sözüne kızarsınız. Sizi kızdırmak için söylemiyorum, fakat onu kızdırmayı severdim. Güzelleşirdi kızdırılınca. Yazık ki son zamanlarda uğramıyordu. Son defa altı ay kadar önce gördüm onu yolda. Dalgın ve üzüntülü yürüyordu. Oyunlarından yorulmuş görünüyordu. Bütün oyunları ciddiye almaktan yorulmuştu.”
"Evet, arkadaşınız andımızı okuyacak, hala okuyamayan 5.
sınıflara da ibret olsun," dedi müdür. Öğretmenim örnek teşkil
etsin de, ilham olsun de, ama ibret olsun demeyeydin iyiydi. Maçın skorunu verdin. Bütün heyecanı kaçtı.
Kalbimin atış sesini kimse duymasın diye ağzımın içine soktum
nerdeyse mikrofonu. Kim bilir kaç kişi bana bakıyordu? Önümdeki kalabalık büyüdü de büyüdü gözümde. Koskoca bir orduya
dönüştü. Sadece öğrenciler değil, okulun karşı apartmanındaki
cumhuriyetçi teyzeler de balkondan izliyordu. Ellerinde bayraklar
vardı. Annem, benim andımızı okumaya çıkacağımı bildiği için
mahallede kim varsa toplamıştı. Sol taraf tribün gibi, konu komşu okulun bahçesindeydi. Termosta çay getirmişler, sigara böreği
yiyorlardı. Serkan'ın ablası, "Yürü be Selçuk!" diye bağırdı. Yürü
be derken? Koşarak kaç, canını kurtar mı demek istiyordu? Gözler bendeydi. Bir helikopter geçti üstümüzden, paniğim daha da
arttı. Sanki bir canlı yayın helikopteri de üstümde turlayıp haber
bültenine çıkartacaktı beni. Daha büyük bir kalabalık olamazdı.
Benim için o an sis çöktü okulun bahçesine. Okul okul değil,
Malazgirt Meydanı'ydı, yıl 1 071. Arkadaşım hangisi Alparslan'ın
ordusu? Söyleyin oraya kaynayayım.