Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ulemâ-yı rüsûm adını alan Osmanlı bilginleri kazaskerlikte,² kadılıklarda³ yüksek maaşlar ve arpalıklar⁴ alırlardı. Halk hocalarından ve şeyhlerinden oluşan Türk din adamlarını ise, yalnız halk beslerdi. 2: Kadı asker. Divan-ı hümayûn üyesi olan kazaskerler, şer'i konularda hüküm sâhibiydiler. Anadolu'daki kadılar, Anadolu Kazaskerleri'ne; Rumeli'deki kadılar Rumeli Kazaskerleri'ne bağlıydı. 3: Bugünkü anlamda yargıç ve savcı görevi yapan; şeriata ve göreneğe göre yargı yetkisi bulunan görevli. 4: Yüksek devlet memurlarıyla saray ve ilmiye mensuplarına, ek ödeme, emekli maaşı ya da görevden alma ödünlenmesi olarak verilen maaş.
Sayfa 70 - Bordo Siyah Yayınları – 1. Baskı ~ 2003, İSTANBULKitabı okudu
Şah İsmail'in dedesi olan Şeyh Cüneyd, Oğuz beyleri arasında ❝Evlât mı daha önde, yoksa eshâb⁴ mı?❞ diyerek propaganda yapıyordu. Oğuz boyları, Oğuz Han'ın evlâdı ve Kayıların amca oğulları değil miydiler? Nasıl oluyordu da pâdişahın Enderun'dan çıkan devşirmelerden⁵ oluşan din bilginleri, bunlara tercih ediliyordu? O tarihteki halk şeyhleri, Türklerin o zamanki ezilmişliklerini, bir zamanlar Ehl-i Beyt'in⁶ uğramış olduğu ezilmeye benzetiyorlardı. 4: Peygamberi görmüş, onunla konuşmuş olanlar. 5: Osmanlı'da, imparatorluğun İslâm olmayan yörelerindeki ailelerden çocukken alınarak Müslüman yapılan, Enderun adı verilen saray okulunu bitirdikten sonra devlet hizmetinde görevlendirilen kimseler. 6: Peygamber soyu.
Sayfa 69 - Bordo Siyah Yayınları – 1. Baskı ~ 2003, İSTANBULKitabı okudu
Reklam
Yavuz Selim, binlerce Aleviyi kılıçtan geçirir, Aleviler için fetvalar yayınlatır "katli vaciptir" diye. Şah İsmail de İran'da binlerce Sünni'yi kılıçtan geçirir, "“kılıç zoru" ile Şii yapar:1504'de Sünni bilginleri, 1505'de Halit Bin Velit soyundan gelen Halidileri kılıçtan geçirir... Osmanlı'da Yavuz Selim sonrası, Kanuni Süleyman döneminde Alevilere karşı artan zalimlik, Safevilerde de Şah İsmail sonrası, Şah Abbas döneminde Şiiliği kabul etmeyenlere yönelik olarak doruğa çıkar... Gelenek aynıdır. Gönüllü asimilasyon yoksa, zor vardır!
Sultan III. Mustafa, imparatorluğun askeri ıslahat işleriyle görevli meşhur Fransız Baron de Tott'dan bir mühendislik okulu açmasını ister. Osmanlı bilginleri kendilerinin yetersiz görülüp bu işle bir gayrimüslimin görevlendirilmesinden incinmişlerdir. Sonrasını Baron şöyle anlatıyor: "Padişah büyük memurlardan seçilen iki mümeyyiz huzurunda bu itiraz edenleri imtihan etmemi emretti. Aralarından altı kişi imtihana girip eski eğitim kurumunun şeref ve haysiyetini savunmak için ayrıldılar. Bu imtihanda kısaca bir üçgenin üç açısının toplamının ne olduğunu sordum. İçlerinden en cesuru bana, "üçgenine göre" cevabını verince imtihanı fazla uzatmaya hacet kalmadığı anlaşıldı."
Sayfa 184Kitabı okudu
“Osmanlı Türkleri, Amerika’nın keşfi tarihinden başlayarak, Atlas Okyanusu’na ilgi duydular. Pîrî Reis, XVI. asrın ilk yıllarında Amerika’dan bahsetmiş, hattâ iki büyük Amerika haritası çizmiştir. Arzın yuvarlak olduğunu Türk bilginleri arasında ilk defa açıkça ileri süren Pîrî Reis’in Amerika haritaları, aynı yıllarda Avrupa’da çizilen Yeni Dünya haritalarından çok daha doğrudur. Bütün Batılı bilginler, bu noktada birleşmişlerdir”
Hiçbir zaman Batı'daki aydını yetiştiren tipte Batılı eğitim görmedik, Doğulu eğitimimiz de Doğulu gibi değil; İbrancasız Arapça ile İslam araştırmaları yapıyoruz, 9. ve 10.asırların İsmail Buharî, Şehristanî; 12. ve 13.asırların Reşidüddin gibi Müslüman bilginleri aksine, çağımızın İslamiyet'le uğraşanları, ne Yunanca ne de İbranca biliyor.
Sayfa 12 - Timaş Yayınları, 22.BaskıKitabı okudu
Reklam
ORDİNARYÜS’ÜN FAHİŞ YANLIŞLARI Türk dili ve tarihi üzerinde çalışan Batılı bilginlerden birçoğu Akdeniz’den Çin içlerine kadar yayılan ve kendilerine “Türk” diyen insanları, ilmi görüşle, tek bir millet saydığı gibi, bazıları da İstanbul’dan Çin içlerine kadar uzanan geniş bölgede, mesela İstanbul Türkçesi konuşarak herkesle anlaşmanın kabil
Osmanlı uygarlığının seçkinlerine “havass” denildiği gibi, Türk kültürünün de ozanları, âşıkları, babaları ve ustaları vardı. Demek ki, ülkemizde iki türlü “seçkinler” vardı: Bunlardan birincisi, sarayı temsil ediyordu; bu topluluğun geçimini sağlayan da saraydı. Örneğin Osmanlı şairleri, saraydan “câize” almakla geçindikleri gibi, Osmanlı müzikçileri de sarayın verdiği bağışlarla, maaşlarla geçinirlerdi. Halkın saz ve söz şairleri ise, halkın hediyeleriyle yaşarlardı. Ulemâ-yı rüsûm adını alan Osmanlı bilginleri kazaskerlikte, kadılıklarda yüksek maaşlar ve arpalıklar alırlardı. Halk hocalarından ve şeyhlerinden oluşan Türk din adamlarını ise, yalnız halk beslerdi. Bundan dolayı, güzel sanatlarda ve benzeri sanatlarda rehberlik eden ustalar, yiğitbaşlar ve ahi babalar yalnız halk sınıfından yetişirler ve her zaman halk ve Türk kalırlardı.
Kahvehaneler
İbrahim peçevî’nin İstanbul’da ilk kahvehanelerin 1554 yılı başlarında Halepli Hakem ile Şamlı Şems adlarındaki iki esnaf tarafından tahtakale’de açıldığını naklederken bu mekanların sakıncalarını da dile getirmesi, dinî ve siyasi çevrelerin kahvehanelere bakış açısını da ortaya koymaktadır. İmamlar, müezzinler, sahte sufiler ve halk kahvehanelere dadandılar. Mescidlere kimse uğramaz deniliyordu. Din bilginleri ise “ kötülükler yuvasıdır, kahveye gitmektense, meyhaneye gitmek daha iyi olur “ gibi laflar söylüyorlardı. Özellikle vâizler, yasak edilmesi için çok çaba gösterdiler. Müftüler de yanarak kömür haline gelen herşey düpedüz haramdır, diye fetva verdiler.
Sayfa 379Kitabı okudu
118 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.