Yine dünya,
Yine hülya.
Açtım sayfamı temizine yine buraya,
Ruhum rahat, düşlerim geniş,
Yalanmış az evvel kaçtığım hayat.
Geldim, gördüm, göçmek üzereyim,
Yine baharlar,
Yine hülya.
Sayfalarımı karıştırdım,
O zaman yine karalarım şiirlerimi güya...
Bambaşka memleket benim gönlüm,
Gözlerim bambaşka bir şarkı.
Şu ezanın adımları peşinde,
Bir çocuk heyecanlı,
Gençliğimin kızgın kanatları.
Açtım saatimi,
Saldım semalara kanatlarımı.
Bulutlar yakarsa,
Aşk vurup durursa,
Dualarım eşiğinde şımaran ben...
AYKUT BARIŞ ÇELİK
Ol tarz-ı acemdir olmaz i'câb
Rindân-ı acem gözetmez âdâb
[Ayrıca her milletin, kendisine has bir şiir havası vardır.
"İranlı şair, âdâbı bit yana bırakabilir; fakat Türk için bu bir kusurdur."]
Beşi bir yerde Tarikatçi Aşcı Dede:
Süluk-ı Nakşi, adab-ı Mevlevi, aşk-ı Kadiri, teslim-i Bektaşi, teveccüh-i Halidi.
Aşçıdede Halil İbrahim, Hatıralar, haz. Reşad Ekrem Koçu - Mehmed Ali Akbay, İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat, İstanbul t.y.
Hiçbir devirde kayık zevki Abdülaziz'in saltanatından itibaren başlayan devirde olduğu kadar hususî bir zevk olmamıştı. Her biri yirmi, otuz altına giydirilen genç ve erkek güzeli kayıkçıların çektiği masal kuşu biçimli zarif piyadelerde şemsiye, yaşmak ve mücevher parıltısı içinde şehir, kadın güzelliği denen şeyi tadıyordu. Bu daha sonraki zamanlarda Hamdi Bey'in tablolarında Aşk-ı Memnu'nun bazı sahifelerine kadar izlerini resimde ve edebiyatta takip edebileceğimiz çok ince bir yaşama ve duyma tarzı idi.
İşte tabiata ve beraber yaşamaya bu açılıştır ki sonunda zevk tarihimizin en dikkate değer icadı olan mehtap âlemlerinin doğmasını sağlar. Bütün bir âdâb ve teşrifatı bulunan ve her mehtap gecesi bir yalı tarafından yaptırılan bu âlemler maşerî bir opera, bir nevi ay ışığı ibadeti gibi bir şeydi ve şehir onunla, Venedik dojlarının denizle evlenme merasimi gibi kendi güzelliğini, yaşama tarzını, kendi sanatını, bütün hususiyetini aldığı denizle tebcil ediyordu. Hissî hayatımızda o kadar yeri olan ve bize bir yığın asil içlenmeyi telkin eden Boğaz burada en yüksek sanatlarımızdan biri olan musiki ile birleşiyordu.
Selâm yerine kullanılır. Birisine selâm yollanır, yahut mektupta selâm yazılırken, «Aşk u niyâz ederiz» denir. Hâl - hâtır sorulunca da, «Nasılsınız? Diyene, «Aşk u niyâz ederiz» diye mukabele edilir. Diğer tasavvuf yolların da da vardır; fakat Mevlevilerde olduğu kadar umumi değildir. Şunu da hatırlatalım ki bir Mevlevi, söz arasında «ederim, yaparım, gelirim, gelmem» gibi birinci şahsı kullanamaz; çünkü bu, bir benlik ifadesidir. Bunun yerine, «ederiz, yaparız, geliriz, gelemeyiz» gibi cem i’ sığası kullanır. Aşkolsun diye «Aşk vermek», bu söze muhatap olmaya, «Aşk almak» denir. Meselâ, bir yere gidip hatır sorulması, ona cevap veriliş anlatılırken «filân zâta gittik; aşk verdiler, aşk aldık» tarzında bir cümle kullanılır.
1912 Balkan Harbi bozgununun acılarını yaşayıp günlerce yol yürüyerek İstanbula varan bu paşa ailesinin hikayesi ,İstanbul işgal altındayken İngiliz kuvvetlerine mensup bir teğmenin Handan ile aşk yaşamasıyla başlıyor . Tabi bu Osmanlı hanedanlığı için kabul edilir bir durum değildi.Handan ve İngiliz teğmen bunun bedelini ödemiş sıra bu