Şamil'in oğlu Cemaleddin esir alınıp St. Petersburg'a getirileli on üç yıl olmuştu. Bu on üç yıl içerisinde Şamil, Zümrüdüanka gibi Ahulgo'nun küllerinden yeniden doğmuş ve Kafkasya'ya hakim olmuştu. Rus askerleri, akın akın bu dev gibi adama saldırmış ancak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu on üç yılda, esir olarak St.
_Aristo ile Hegel, diyalektiği oldukça geniş biçimde incelemiştir. Oysa asıl diyalektik, bugünkü doğabilim için en önemli düşünme biçimidir, çünkü ancak o, doğada ortaya çıkan evrim süreçleri, genel olarak iç bağıntılar ve bir araştırma alanından ötekine geçiş için benzeşimler ve bununla birlikte açıklama yöntemleri verir.
_Boşinanların en boşu,
_Yaşama sanatı, en önemli sanattır. Yaşama sanatında insan, hem sanatçı hem de sanatının objesidir. Bu sanatta o, hem yontucu hem mermer; hem doktor hem de hastadır.
_İnsanın yaşam amacı, kendi güçlerini, doğasının yasalarına uygun şekilde ortaya koyması olarak anlaşılmalıdır. Yaşamın doğası, kendi varoluşunu korumaktır.
_Başka sanatlarda olduğu
_ Kışla bizim aile ocağımızdır. Orası bizim ibadet yerimizdir. Din adamı için mabedi, öğretmen için okulu neyse bizim için de kışla odur. Biz burada kadınlar arasında bulunduğumuz zamankinden daha fazla edepli ve terbiyeli davranmak zorundayız.
Subaylar, davranış ve sözleriyle askerlere şunları telkin ediyorlardı:
Kışlayı sarhoş meyhanesine veya küfür ortamına çevirmeyiniz.
Yerlere tükürmeyiniz.
Döşemeleri kirletmeyiniz.
Küfürlü konuşarak kışlanın nezih havasını bozmayınız.
Dilinizi temiz tutunuz, arkadaşlarınızın kulaklarını kirletmeyiniz.
Kaba küfürlerle konuşmak, köpek ulumasından daha kötüdür.
Küfür etmek medeniyetsizliğin belirtisidir. Eğer yiğitliğinizi göstermek istiyorsanız, bunun için daha asil çözümler bulunuz.
"Başka seçeneğin olmadığını söyleme. Bir seçeneğin vardı."
"Bir oğlanın asla anlayamayacağı bir seçenekti bu. Tüm hayatım boyunca bir ucube oldum ben, Tedros. Kimse, bırak çocuklarını, evcil hayvanlarının bile yanıma yanaşmasına izin vermedi. Büyüdükçe bir mezarlığın içini yuva bildim çünkü nelere sahip olmadığımı orada unutabiliyordum. Mesela konuşacak birilerine... ya da benimle konuşmak isteyebilecek birilerine sahip olmadığımı... Tek başına olmanın asıl güç olduğunu söylemeye başladım kendime. Sonunda hepimizin öldüğünü ve kurtlara yem olduğunu, bu durumda çabalamanın tamamen faydasız olduğunu söylüyordum... Ama sonra Sophie geldi. Okuldan sonra saat tam dörtte. Her gün onu kapıda beklerdim, annemin deyimiyle 'tam bir köpek gibi.' Güneş batmadan önce birlikte geçireceğimiz o zamanı hasretle beklerdim. Gökyüzü kararırken onu seyrederdim. O da benim eve gitmemi istemiyormuş gibi kıpır kıpır olurdu, hem de ben iyi bir arkadaşmışım gibi numara yapıyor olmasına rağmen. Hayatımda ilk kez bana sevildiğimi hissettirdi." . "
Döllersheim’ı evleri, okulu, kilisesi ve mezarlığını yıktırıp yok eden Hitler değil, bizzat Stalin’di. Hiç kimsenin bilmediği ve önemsemediği bu köy Stalin tarafından yok edilmişti.