Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Nedir ki buse? Biraz daha yan yana Yapılan bir vaattir. Yemindir kanmayana. Bir itirafın candan bir delil bulmasıdır; Sevişmek masdarının gül pembe noktasıdır. Bir sırdır ki söylenir ağza, kulak yerine. Bir gönül hazzıdır ki, hep derinden derine Yayılır. Bir visaldir karanfil lezzetinde. Dudakların ucundan tatmaktır ruhu biraz.
Ama Gild buna rağmen Serilda'dan çekinmiyordu. Ona hiçbir tiksinme belirtisi göstermeden bakıyordu. Bu bile Serilda'nın kalp atışlarını hızlandırmaya yetmişti. Hem... Gild'de farklı bir şey vardı. Serilda gözlerini kıstı, ne olduğunu kestiremiyordu. Ellerini onun göğsüne koydu ve Gild kollarıyla onu yeniden sararak kendine çekti. Ta ki.... "Saçların," dedi, neyin değiştiğini fark edince. "Taramışsın." Gild kaskatı oldu ve bir saniye sonra yanaklarında pembe benekler belirdi. Kollarını indirerek geri adım attı. "Taramadım," dedi, parmaklarını bi linçli olarak kızıl saçlarında gezdirerek. Saçları hälä kulak hizasındaydı ama kesinlikle eskisinden daha düzenliydi. "Evet, taramışsın. Yüzünü de yıkamışsın. Geçen sefer kir içindeydin." "Tamam. Yapmış olabilirim," deyiverdi. "Ben öcü değilim. Gururum var
Reklam
Daha şimdiden değişmişti; değişmeye de devam edecekti. Altın yaldızları solup grileşecek, pembe beyaz gülleri solacaktı. İşlediği her günaha karşılık güzelli- ğine bir leke düşecekti. Ama resimdeki figür asla günah işlemeyecekti; değişse de değişmese de onun gözünde bir vicdan abidesi olarak kalmaya devam edecekti. Dorian karar vermişti; bundan böyle nefsine hâkim olacak, asla şeytana uymayacaktı. Bir daha Lord Henry'le görüşmeyecek, ilk kez Basil Hallward'ın bahçesinde duyduğu, imkânsız şeyleri arzulamasına yol açan o zehirli fikirlerine kulak tıkayacaktı.
Sayfa 107
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Ankara’ya geldiğimin ikinci günü, eski ordu genel karargâhinin karşısındaki yolda yürüyüşe çıkmıştım. Ankara tarafından, hakiler giyinmiş on kadar çocuk gelmekteydi. Çocuklara asker elbisesi giydirmenin aleyhinde olmama rağmen, bu çocukların hâli dikkatimi çekti. Bunlar, asker adımıyla rap rap yürüyen, makineleşmiş çocuklar degillerdi. İkişer üçerlik gruplar hâlinde, konuşa oynaşa yürüyorlar, en küçüklerine göz kulak oluyorlardı. Hepsi, içlerinde, pembe yanaklı, tombalak çocuğa büyük bir itina gösteriyor, karargâha giden dik yokusu çıkmasına yardım ediyorlardi. Dr. Adan'a bu çocuklardan bahsettiğim zaman, güldü ve: -Bunlar, Kâzım Karabekir Paşa’nın çocuklarıdır. Onunla birlikte karargâhta oturuyorlar. Bu çocukların kırk tanesini mektepte okutuyor, dedi. Kâzım Karabekir Paşa, ana babaları Erzurum ve Erzincan bölgelerinde öldürülen iki bin kadar yetim Türk çocuğunu evlat edinmişti.
Kapı çaldığında, önce bakmalı gelen kimmiş diye...
"Kapıda bizi bekleyen her neyse, ona karşı merakla, ne olduğunu anlamak niyetiyle kapıya kulak kabartmalı. Belki daha sonra kapıyı açarak, misafiri içeri davet ederiz. İstemeye istemeye. Bir an önce gitmesini isteye isteye."
Reklam
Madam Drancy, Çavçavadzeler'in teklifini sevinçle kabul etti. Eve dönmeyi hiç istemiyordu. Hem evliliğinde hem de işlerin­de başarısız olduğu için ailesine karşı çok mahcuptu. Ne yardım isteyeceği biri vardı ne de göze çarpan bir özelliği. Yabancı bir ülkede köşeye sıkışmıştı. Mürebbiye olma teklifi, ona hem bir iş kapısı hem de saygınlık
Tarih hiç değişmemiş
-Ben şimdiye kadar devlet mansıbına girmedim. -Niçin girmedin? Muhsin Çelebi biraz durdu. Yutkundu. Gülümsedi: -Çünkü ben boyun eğmem, el etek öpmem, dedi; halbuki zamanın devletlileri mevkilerine hep boyun eğip, el etek hatta ayak öpüp, bin türlü tabasbusla, riya ile, tekâpu ile çıktıklarından etraflarına daima hep bu zelil mazilerinin çirkin hareketlerini tekrarlayanları toplarlar. Gözdeleri, nedimleri, himaye ettikleri, hep denî riyakarlar, ahlâksız müdâhinler, namussuz maskaralar, haysiyetsiz dalkavuklardır. Mert, doğru, izzetinefis sahibi, hür, vicdanının sesine kulak veren bir adam gördüler mi, hemen garez olur, mahvına çalışırlar.
İç sesinize kulak vermeyin...
Zihnimiz dünyanın en eski hikaye anlatıcısıdır ve her hikaye anlatıcısı gibi onun da istediği can kulağıyla onu dinlememizdir. Dikkatimizi çekmek için bize acı verecek veya bizi korkutabilecek şeyler söylemekten çekinmez.
138 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.