14 yaşımı dolduruyordum. Nereye gideceğimi, nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum. Bildiğimiz tek şey, "Bolu'ya okumaya gidiyor" olmam idi. Kendimi tutamıyor, ağlıyordum. Kozyaka Köyü'nden, iki öğretmen, köyden üç kişi, yüzümüz gözümüz sarılı olarak erkenden katırların üzerinde Bolu'ya hareket ettik. Karlı, çok soğuk bir gündü. Kalacağım ev, kuzeyi ve batısı geniş bahçeyle çevrili, üç katlı tarihî ahşap bir evdi. Evde kalabalık bir aile yaşıyordu. Terzi Mehmet Efendi'nin evi. Sağlık ailesinin, o kısıtlı imkanlar ve ekonomik şartların zorluğuna rağmen, kalabalık evlerine beni de kabul etmeleri, günümüz ailelerinin anlayamayacağı bir fedakarlık ve hayırseverlik örneğidir. Evin ikinci katında bahçeye bakan bir odada yatıp kalkmamı önerdiler. Derslerimi o odada yapıyor, sabahları hocam Nalbantoğlu Hafız Abdullah Efendi'ye talim okumaya ve her gün bir cüz vererek hıfzımı dinletmeye gidiyordum. Ailenin öz çocuğu gibiydim. Bana hafız, hafız deyip duruyorlar ve seviyorlardı" s.57-59
Sayfa 57 - mihribat yayınları
"Mahkum Halil, kapattı kitabını. Hohlayıp sildi camını gözlüklerinin, baktı bahçelere ve şu sözleri söyledi: Mesela vapurla inerken Boğaz' dan Kandilli'ye dönüverince "Sen de öyle misin Süleyman, bilmiyorum. karşıda birdenbire görmek istanbul'u, veyahut Kalamış koyunun yıldızlar ve su sesleriyle dolu pırıl pıril gecesi, yahut da topkapı dışında kırların gözalabildiğine gündüzü, hatta tramvayda rastlanan tatlı bir kadın yüzü, hatta Sivas'ta hapisanede tenekede büyüttüğüm sarı sardunya, hasılı herhangi bir güzelliği tabiatın çıksa karşıma Ben yeni baştan bir kere daha anlarım değişmesi lazım geldiğini ve değişeceğini mutlak bugünkü insan hayatının..."
Reklam
13 Temmuz 1926 Salı. Beraat kararımız verildi. Serbest bırakıldık. Halk müthiş alkışladı. Baştan ayağa öptüler. Otomobile dar atladık. Elde götürecekleri idama mahkûm olanlar: 1. Şükrü Bey Kocaeli Mebusu, 2. Arif Bey Eskişehir Mebusu, 3. Âbidin Bey Saruhan Mebusu, 4. Rüştü Paşa Erzurum Mebusu, 5. Halis Turgut Paşa Sivas Mebusu, 6. İsmail Canbolat İstanbul Mebusu, 7. Ziya Hurşit, 8. Sarı Efe Edip, 9. Laz İsmail, 10. Gürcü Yusuf, 11. Çopur Hilmi, 12. Hafız Mehmet, 13. Baytar Rasim, 14. Abdülkadir (gıyaben), 15. Kara Kemal (gıyaben). İhsan Ergani, Hilmi Ardahan (sabık), Salahattin [Köseoğlu] Mersin (sabık), Rahmi, Cavit, Rauf ve Adnan Beylerin davalarının tefriki ile mütemmim bir safha olmak üzere Ankara’da rüyetine karar verildi. Hükm-i idam: saat 13.00-14.00 arasında yapılmış. Ankara’ya Hüseyin Avni [Ulaş] Erzurum, Midhat Şükrü [Bleda], Küçük Talat [Muşkara], Kara Vasıf, Ahmed Nesimi, Kör Ali İhsan, Doktor Hüseyinzâde Ali [Turan], Azmi, İzzet de götürülecek.
Sayfa 2015Kitabı okudu
Parti Pehlivan olsun, diğer akıncılar olsun; tâ Balkan Savaşından beri tecrübe görmüş, âdetâ, her biri bir otomatik savaş âleti olmuş kimselerdi. Başlarındaki Parti Pehlivan vaktiyle Bulgarları titretmiş, şimdi düşmanlara kurduğu akıllara hayret veren harp tuzaklarında, uyguladığı savaş tekniğinde, o zaman hiçbir kurmay subayın duymadığı ve bugünün "Sabotaj" ve "Komando" denilen çete teşkilâtının esaslarını uyguluyordu. Bu Rumelili çetecilerin gösterdikleri ustalıkla düzenlenmiş çete savaşlarını tasvir etmek, betimlemek için ayrıca bir kitap yazmak gerekir düşüncesindeyim... Saruhan'daki Yüzbaşı Sarı Kemal (General Kemal Balıkesir)in, Aydın, Ödemiş zeybeklerinin; Yürük Ali, Mehmet, Gökçen Efelerin ve diğer isimleri hatırımda kalmayan Balıkesirli gençlerin savaşlarını, kahramanlıklarını tasvir etmek, betimlemek benim gücümün dışındadır. Bunları şimdi düşünürken bile aklımı kaybedeceğimi sanıyorum!.. Bu arada ben Balikesir'de yine sâkin günler geçirmeye başladım. En kıymetli malım olan boks eldivenlerim yatağımın başı ucundaydı. Bazan Hüsnü Bey'le antrenman yapıyorduk. İçimden dâima bir his bana: Bu eldivenler yine lâzım olacak sana!.. Mesleğindir... diyordu. Acaba memleket kurtulacak mı? Hepimizin düşüncesi, zihinlerimizin tek meşgûliyeti bu mukaddes, kutsal düşünce, bu önemli konu idi. Azim, karar ve imândan, inançtan yana kimsede bir eksiklik yoktu...
Sayfa 293 - Geçit KitabeviKitabı okudu
378 syf.
8/10 puan verdi
Türkiyemizin geçmişinde hep acı, hüsran, ağıt, yoksulluk var. Bitmedi bitmeyecek. Topal ölür, Ali ölür, Mehmet ölür de yoksulluk ölmez de bitmez de. Kalabalık aile bir göz eskici dükkanı yetmiyor yetişmiyor, son çare kütlü toplama, dişler sıkılacak, açsa aç kalınacak, sıtmaysa sıtma, sarı sıcaksa sarı sıcak. Ama Çukurova öyle mi, insanı insanlıktan çıkarır, çıkardı da kuru ekmeğe muhtaç hale getirdi, aileyi böldü, hastalık kırdı geçirdi. Adı yokluk, yoksulluk, çaresizlik. Yıllar önce Gazap üzümlerini okumuştum 1932 Amerikan buhranında geçiyordu iliklerime kadar hissetmiştim çaresizliği açlığı, o Amerikaydı bu Türkiye dert yoksulluktu ama insan hep aynı insan çaresiz insan. Bu dünyanın çarkına da devrine de devranına da... Okkalı bir Topal küfürü sallayalım da tam olsun.
Eskici ve Oğulları
Eskici ve OğullarıOrhan Kemal · Everest Yayınları · 20216,7bin okunma
İkimizde şaraba döndük.Karşıdaki aynanın içinde cılız ışıklar can çekişiyordu.Neden uzatıyordu?Eğer istediği bir erkekse,hangi nedenle gelmiş olmasının ne önemi vardı?Bir süre çizgilerinin belirsizliğine daldım.Zayıf bacakları,sarı saçları,vücudu,yatakta ince uzun bir leke gibi duruyordu.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.