Keşke depremler var olmasaydı diye düşünülebilir insan.
Oysa yerkürenin içindeki yüksek basıncı safha safha dışarıya
çıkaran en önemli faktör depremlerdir. Deprem kuşaklarına
şehirler inşa eden , binalarını yetersiz malzemelerle yapan insanoğluna ne demeli? Asıl suçlu deprem değil, onlardır. İnsanoğlu şehirleri doğru yerlere, yeterli malzemelerle inşa etmiş
olsaydı, depremlerin insan için bir eğlence ve sanat olayına dönüşecekti . Yaşlı küremiz dansını ortaya koymaya başladığında,
herkes gözlerini dört açacak ve bu ilahi farklılığı seyretmenin
tadına doyamayacaktı.
Arap elifbasını bırakıp Latin alfabesine, daha doğrusu Atatürk'ün deyişiyle 'Türk alfabesi'ne geçilmesinin okur yazarlığı kolaylaştırıp cehaleti ortadan kaldıracağı tahmini de doğru çıkmamıştır. Rakamlar hakikaten şaşırtıcı sonuçlar vermektedir.
Gazi Mustafa Kemal 8 Ağustos 1928 günü Sarayburnu'ndaki parkta yaptığı konuşmada
Nedir ki bağıran beş on kişi, asıl sen susana sor. Susana sor, bedeni ne biçim bir sarsıntı, deprem içindedir. Ve ne kıyametler boşaltıyordur havaya, toprağa.
Dünyayı siren sesleriyle,çığlıklarla dolduruyordu sessizliğimiz.Nedir ki bağıran beş on kişi,asıl sen susana sor.Susana sor,bedeni ne biçim bir sarsıntı,deprem içindedir.
"Dünyanın sonu gelmeyecek
"Ama değişecek feci. Feci değişecek,
Saat insanları o korkunç depremleri değişimin aracı gibi görüyorlar ve haklı da olabilirler. Ne de olsa, her sene yüz bin tane deprem oluyor ve asıl büyükleri geç bile kaldı. Ama çok daha korkunç felaketler geliyor...
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek
Fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
Bir güvercin uçurup kıtalar arasından
Çağırdın beni
Geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
Derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
Yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
Yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
Yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
Koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
Adını söylemek
O zamana kadarki sakin, her şeyin düzenli olduğu huzurlu çocuk dünyamda belki de ilk kez kaosla ve ölümle yüzleşmiştim. Hayır hayır, biraz daha dikkat edince beni asıl dehşete düşürenin, annemin de korkabileceğini, dağılabileceğini fark etmem olduğunu anlıyorum.
Düşünsenize bir çocuk için deprem korkusundan bile önemli annesine bir şey olacağı endişesi.
Seçim bölgesinde deprem olmuş bir politikacı,çok merak etmediği şeyleri yüksek sesle sorar:
Kaç ev yıkıldı, zarar ne kadar ,ölü var mı?
Asıl merak ettiği şeyi de kimsenin duyamayacağı bir sesle sorar:
Bizim evin durumu nasıl?
Dünyayı siren sesleriyle çığlıklarla dolduruyordu sessizliğimiz' Nedir ki bağıran beş on kişi, asıl sen susana sor" Susana sor, bedeni ne biçim bir sarsıntı, deprem içindedir. Ve ne kıyametler boşaltıyordur havaya
toprağa.
Nedir ki bağıran beş on kişi, asıl sen susana sor. Susana sor, bedeni ne biçim bir sarsıntı, deprem içindedir. Ve ne kıyametler boşaltıyordur havaya toprağa.
İnsan düşünceden ibarettir." diye başladı üstad, “İnsan anlamaktan ibarettir. Beyin kaptır, kalp kaptır, gönül kaptır tencerede ne pişiyorsa dışarıya onun kokusu gelir. İnsanın yaşaması ile hayvanın yaşaması arasında fark vardır. İnsanın yaşaması ile bitkinin yaşaması arasında fark vardır. Nedir bu fark? İnsan, şâhittir. Hayvan veya bitki bir