+ Yaşanmış günler yaşanacak günlerin içinde erir, saatlerin günün içinde, haftaların ayların içinde eridiği gibi. Harcanmış günlerden insana kalan yalnızca yaşadıklarıdır. Bu yaşadıkları kayda değerse onun ruhunda, belleğinde unutulmaz izler bırakır. Günler aynı tonda geçiyorsa hayat çekilmez olmaya başlayacaktır.
+ Bir zamanlar öylesine saftım
1. Utanç bir prangadır. Kendini azat et.
2. Yeteneklerin hakkında endişelenme. Sevme yeteneğin var. Bu yeter.
3. Diğer insanlara karşı nazik ol. Evrensel boyutta onlar sensin.
4. İnsanlığı teknoloji kurtarmayacak. İnsanlar kurtaracak.
5. Gül. Sana yakışıyor.
6. Meraklı ol. Her şeyi sorgula. Şimdinin gerçeği gelecekte bir hikaye olacak
Bugünkü en büyük problem şudur ki, sen kendinden nefret ediyorsun ve başka birisini sevmeye çalışıyorsun. Bu imkânsızdır. Ve diğeri de kendisinden nefret ediyor ve seni sevmek istiyor. Sevgi dersi önce kendi içinde öğrenilmelidir.
Çok başarılı olduğum günler de oldu, dibe vurduğum da.
Sevgi dolu değilim, nefret dolu da.
Barışçıyım, biraz da savaşçı.
Biraz güçlüyüm, biraz zayıf. Biraz iyiyim, biraz kötü. İyi? Kötü? " İnsanım."
.
"1. Utanç bir prangadır. Kendini azat et.
2. Yeteneklerin hakkında endişelenme. Sevme yeteneğin var. Bu yeter.
3. Diğer insanlara karşı nazik ol. Evrensel boyutta onlar sensin.
4. İnsanlığı teknoloji kurtarmayacak. İnsanlar kurtaracak.
5. Gül. Sana yakışıyor.
6. Meraklı ol. Her şeyi sorgula. Şimdinin gerçeği gelecekte bir hikaye
Bugün ellerde teraziler, adeta gramla tartılıyor aşk. 160 gr sevgiye karşılık 160 gr sevgi alınabilirmiş gibi, herkes verdiği kadarını istiyor. Seven erkek mutlak itaat, mutlak hâkimiyet bekliyor. Zihinlerde bir denklem var sanki. Denklem karşılanmadı mı tüm formül bozuluyor. Ve işte o zaman bir de bakmışsınız ki aşk bitmiş, nefret başlıyor. Ne çabuk geçiyoruz bir uçtan bir uca.
Sevgiye ya da geleneksel evliliklerdeki gibi toplumsal göreneklere ve alışkanlıklara dayalı evliliklere dikkatle bakacak olursak, birbirini gerçekten seven çiftlerin azınlıkta olduğunu hemen fark ederiz. Toplumsal görev duygusu, gelenekler, karşılıklı ekonomik çıkarlar, çocuklara olan ortak ilgi, karşılıklı bağımlılık ya da korku, bazen de birbirine duyulan nefret, genellikle "sevgi" olarak yaşanmaktadır. Eşlerden birinin ya da ikisinin birden birbirlerini sevmediklerini, belki hiç sevmemiş olduklarını anlayana dek, bu böyle sürüp gitmektedir. Günümüzde bu konuda bazı olumlu gelişmeler olduğunu hemen ekleyeyim. İnsanlar eskiye oranla daha uyanık ve gerçekçi oldular. En azından cinsel çekicilik ve cinsel tutku ile sevgiyi birbirine karıştırmayanların sayısıda artma olduğu bir gerçek. Dostane ve sınırlı bir grup ilişkisi de artık aşk sayılmıyor. Bu gelişmeler, insanlar arasında eskiye oranla dürüstlüğün artmasına ve sık sık eş değiştirme eğiliminin yaygınlaşmasına yol açtı. Ama ne yazık ki bu yeni anlayış da, sevginin yaşanması konusunda eskisinden üstün bir toplum yaratmadı.
Aşk adına niçin onca cinayet işlenmektedir? Aşıklar ve sevilenler, karılar ve kocalar birbirlerini çok fazla sevdikleri için mi öldürmektedirler? Belki de aşkın kandırmacalarının aşkın kendisiyle pek ilgisi yoktur. Belki de bu insanın kendi iç mücadelelerinden kurtulmak için bir başkasının sevgisini zorlama girişimidir.(...) Bu nedenle kendimizi bir başkasında sevmeyi deneriz, bu başkası da böyle bir sevgiye "değer" bulduğumuz kişi olur. Böylece kendimizi ve ötekini yitirmiş oluruz. Bazen bu kendimizi öldürmeye kalkacak noktaya varır ve bunu da ötekini gerçekten öldürerek yaparız. Çünkü o sonuçta bizim bir zamanlar vazgeçtiğimiz, sonra ötekinde tekrar bulduğumuza inandığımız, ama sonra -gerçekle kendimize gelerek- tekrar yitirdiğimiz kendi kendiliğimizdir. O zaman bu ihanete uğramış kendiliğe yönelen nefret tekrar ağır basar ve bu nedenle "sevgi" yüzünden öldürürüz.
Sayfa 68 - Çitlembik Yayınları Türkçesi: İlknur İgan pdf