İhsan Oktay Onar'ın bu muhteşem kitabında tek eksik olan bir sözlük. Bu kitap kelime dağarcığınızı geliştiriyor...
İhsan bey'in bu kadar kelimeyi nasıl öğrendiğini merak ediyorum doğrusu. Bir elimde kitap, Bir elimde tablet. Tableti sözlük olarak kullanıyorum. Şu an itibari ile 10 sayfalık bir sözlüğüm oldu. Bu sebeple bu kitabı bitirmek öyle
''Winkelburg'da daha önce hiç kimse böyle bir elbise görmemiş olsa bile HİÇ ÖNEMİ YOKTU.Max kayak yapmaya giderken hardal sarısı elbisesini giydi.Ayağı kaydı ve bir süre pantolonunun arkasının üzerinde kaydı, ama elbisenin kumaşı çok sağlamdı ve hiç yırtılmadı, bu yüzden HİÇ ÖNEMİ YOKTU.Max hardal sarısı elbisesiyle bisiklete bindi.yağmura
Ön yargılarıma rağmen başladığım bir kitaptı. Beklentim hiç yok denecek kadar azdı.
Birçok ülkenin ünlü istihbarat teşkilatlarının önemli bir proje sebebiyle 5 Türk mühendisi paylaşamaması aksiyon türüyle okuyucuya aktarılmış. Kaçırılmalar, silahlı çatışmalar, operasyonlar ve cinayetlerin bol olduğu bir romandı. Sonunda ise "Türk tipi" dramla yoğrulmuş sayfalar vardı.
Kitap sabit bir anlatıcının gözünden anlatılmıyor. Anlatıcı bölümden bölüme değişiyor buna alıştıktan sonra daha kolay akmaya başlıyor roman.
Ayrıca kitabın ilk birkaç bölümünde çok fazla şiveli konuşmaya yer verilmiş bu biraz bana yapmacık geldi. ( örnek : "Amerigaya kadar gelmişik striptiz bara da mı gidemeyecektik yani.", "bilisen ben kendi oğlim gibi sevirem oni") Bunlar haricinde ise "lan kanka", "topraam" gibi ifadeler de samimiyet katmak için kullanılsa da beni iten şeylerdi. ( "kanka" kelimesine antipatim vardır.)
Sonuç olarak : Telapatı ve uzaduyum gibi değişik kavramların üzerinden kurgular yapılması hoşuma gitti. Sonlardaki dram da hoş bir tat katmış kitaba. Ama önemli mevkilerdeki mühendisler ve istihbarat başkanı gibi kişilerin sokak serserisi ağzı ile konuşması bana en büyük eksiyi verdirdi. Artılar ve eksileri bir listeye döktüğümüzde ise kitap için "sabuğun köpüğünden farksızdı" ya da "güzeldi" diyemiyorum.
En nihayetinde et mi tavuk mu balık mı karar veremediğim kitaplardan biriydi diyebilirim :)
Uruk'tan kuzeye doğru yayan üç saatlik mesafede soluk soluğa durdu. ... Sanki bir yarışmayı kazanmak ister gibi bütün yol boyunca durmaksızın koşmuştu. Belki de bir yarıştı bu, son derece yalnız bir yarış: Gılgameş tüm dünyaya karşı.... Yıldızlar görüyordu gökyüzünde Gılgameş, gece ve gündüz yıldızlar. Yoksa zamanların akışı arasında bir fark kalmamış mıydı? ... Dudakları çatlamış, ağzı şişmişti. Derisini bir tuz tabakası kaplamıştı, yarı yarıya bir balık olmuştu artık. Bazen hayret edilecek bir şekilde kararıyordu çevresi, o zaman bilincini yitiriyor ve çok sonra uyanabiliyordu ancak... Yoksa her şey aynı anda mı oluyordu? "Ben Gılgameş'im, Uruk kralı!" diye sesleniyordu balıklara...(Arka Kapak'tan)
GılgameşHarald Braem · Yurt Kitap Yayın · 20001,279 okunma
Kutsal Kitapların Kaynağı Gılgameş Destanını konu alan bu romanı okuduğunuzda bir çok dinde yer alan konuların kaynağına ineceğinize inanıyorum. Her sayfa kendi içinde bir öncekinden daha akıcı. Okuyunca Gılgameş ve Enkido'nun dostluğuna da hayran kalacaksınız.
"Uruk'tan kuzeye doğru yayan üç saatlik mesafede soluk soluğa durdu. ... Sanki bir yarışmayı kazanmak ister gibi bütün yol boyunca durmaksızın koşmuştu. Belki de bir yarıştı bu, son derece yalnız bir yarış: Gılgameş tüm dünyaya karşı.
Yıldızlar görüyordu gökyüzünde Gılgameş, gece ve gündüz yıldızlar. Yoksa zamanların akışı arasında bir fark kalmamış mıydı? .. Dudakları çatlamış, ağzı şişmişti. Derisini bir tuz tabakası kaplamıştı, yarı yarıya bir balık olmuştu artık. Bazen hayret edilecek bir şekilde kararıyordu çevresi, o zaman bilincini yitiriyor ve çok sonra uyanabiliyordu ancak.. Yoksa her şey aynı anda mı oluyordu?
"Ben Gılgameş'in, Uruk kralı!" diye sesleniyordu balıklara..."
GılgameşHarald Braem · Yurt Kitap Yayın · 20001,279 okunma
toplumsal konuya hiç ağzı açılmayan köylü ağzıyım ben. kişisel problemlere de hiç kapanmayan bir bacak arasıyım. bir gün her şeyi mahvedeceğine inanan eli çiçekli gangster. terör. katil.
yağan yağmur. yağmur konuşmama izin vermiyor. su birikintisinde yaşam mücadelesi veren bir balık. evim çamur. anlamıyorum şarap ve hep birlikte yenilen akşam yemeklerinden.
ben sokaklarda bir şarkıyı mırıldanamam kolay kolay. geceleri bu yüzden öldürülüyorum bazen. evim basılıyor. çocuklarım uykusundan öperek değil de ölerek uyanıyor. ama sabahları kendi cenazemde yağmurum tekrar. herkes kaçıyor evlerine koşarak. herkes. bu beni acıtıyor hep.
aynada kendini başkası zanneden tanısı konulmamış bir şizofrenim ben. beni gör. alarm ver. çığlık at. kana. öl.
bakmakla meşhurum kendi yarama. bu gün tüm bunların yanında ailesi de katledilmiş bir kız kadar vicdansızım üstelik.
İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
Bir varmış, bir yokmuş.
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu`da, toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller
Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor
Acıyı ve insanlığı çocuklar
Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları
Onların bilgileri getirdi
Elleri önlerine bağlı - duruşları
Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu
Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı
Ki şimendifer
Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu
1812 yilinda yaşanılan sorun, kilicbaliklarinin Marmara Denizi'ne geri dönmeleriyle sona erer.
Cemal Süreya'nin deyişiyle, Fatihin gemileri karadan yürüdüğü günden beri deniz kaçkını bir ulusun çocukları olduğumuzdan cankurtaran aracı gibi kılıçbaligiyla da pek karşılaşilmaz şiirimizde. Bu kilicbaliginin öyküsüdür. Yazılmasa da olurdu dizeleriyle başlayan balık ağzı adlı şiirde yaralı bir kılıçbalığı seslenir bizlere:
Deniz kızı girmiş düşünceme
Ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca ağa cok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam.
Yaralı kilicbaliginin yardımına koşan şairin adı Halim Sefiktir