Ben, tütün kolonyası kokan bayram sabahlarındaki tek derdi güzel kıyafetleri ile şeker toplayan 7 yaşındaki kızı özledim. Büyümek, heleki bu iğrenç çağda büyümek bana göre değilmiş
Bir denizin iki yakasında birbirinden yoksul, hem de iyi iki halkız. Bundan sonra bari kardeşçe yaşayalım. Hem de torunlarımızı barış, bayram içinde yaşatalım. Okullarımızı, üniversitelerimizi güzelleştirelim. Çocuklarımızı birbirimize yollayıp okutalım. Her yere kitaplıklıklar kuralım. Bunlar çok eski eski zamanlardaki gibi mermer direkli kitaplıklar olsun. Ta eski zamanlardaki gibi merdivenleri de mermerden olsun.
Delikanlılar boyunlarına birer kuzu vursun; kadınlarımız armağan bohçaları alsın; gençlerimizin düğünlerine gidip gelelim. İyi dileklerimizi torunlarımızın kulağına üfleyelim. Gücümüzün yettigini biz, yetmediğini çocuklarımız gerçekleştirsin…
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın.
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın.
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han , konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın.
...
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
Hz. İbrahim bir bayram günü puthaneye girip tüm putları kırdı- ğında da Kur'anî tabirle "feta” idi. Olaya tüm şahit olanların "İbrahim denen bir genç vardı kesin o yapmıştır."78 diyerek tereddütsüz Hz. İbrahim'i bulmaları onun inancını eğilmeden, bükülmeden, sonunu düşünmeden anlatışını ifade eder. Tüm putları kırıp baltayı büyük putun eline koyup ortamdan ayrılmış, kendisine "Putları sen mi kırdın?" diye soranları "Büyük puta sorun, belki kendisinin haberi vardır." diyerek bir paradoksa sürüklemişti. "Sen putların konuşamadığını bilmiyor musun?" deseler bir türlü, "Biliyoruz, hepsini sen parçaladın, öldürdün putlarımızı.” deseler başka türlü bir mantıksızlığın içine düşmüş olacaklardı. Onları düştükleri bu ikilemle yüzleştirmek için, ölümü dahi göze almıştı. Ateşe atılmasına hükmedildi. Muhtemel ki, bu ateş ona başkaca ateşlerden cazip gelmişti.
Nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep. Sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde.
Ağzımdaki meneviş sendin insanlara şiirler okurken..
Senin adın aşk azê ...
bazen kırık bir ezginin mısrasında
bazen de nağmesini kaybetmiş
bir ayrılık cefasında
Senin adın aşk'tı azê ...
ay'ı ortadan ayıran gecenin ayazında
kadim bir sonbahar akşamında
yahut giz perdesi aralanmamış bir
ülkenin devrilmemiş köhne bir sokağında
Senin adın aşk azê..
kaderine kabul olmuş yusuf gibi aşk
Yılanların Öcü
Yılanların Öcü; güçlü ile güçsüzün mücadelesini konu alan bir köy romanıdır.
Karataş köyünde Kara Bayram, karısı, üç çocuğu ve annesi Irazca ile yaşamaktadır. Bayram yedi yıl önce satılan bir bey çiftliğinden borçla toprak satın almıştır. Yıllardır ödedikleri borcun bitmesiyle aile yeni hayatlarının hayalini kurarlar. Harmandan sonra bir öküz alacak, ineklerinin sütünü doya doya kullanacaklar, evlerine bir oda ekleyecekler, oğluna çizme alacaklar… Onlar böyle güzel güzel hayal kurarken başlarına geleceklerden habersizdirler…
Köyde birden bi heykel işi çıkar. İlin valisi halkın nasıl bir mutluluk içinde yaşadığını sembolize etmek için bir anıt dikme kararı alır. Bunun içinde ilçelerden, köylerden para toplayacağını söyler. Köyün muhtarı da bu parayı toparlamak için köyün merkezinde bir ev yeri satmayı düşünür. Kimse evinin önüne bir ev dikilmesini istemeyeceği için bu işe çok ses çıkarmayacak, arkasız bir aile seçmesi gerektiğini düşünür. Ve bu aile Kara Bayram ailesi olur.
Köyün kurul üyesi Haceli’nin, Kara Bayram’ın evinin önüne temel atması ile olaylar başlar. Kara Bayram ailesi hem muhtarın yancısı Haceli ile hem de yıllardır düşmanlıkları devam eden yılanlar ile mücadele etmeye başlar…
Yazarın ilk romanı olan eser, Türkiye’nin, köylünün acı gerçeklerini gün yüzüne dökmüştür. Yılanların Öcü, bir yandan yazara büyük ün getirmiş, diğer yandan da çok eleştirilmiş, sansür yasağı getirilmiştir. İçerdiği açık sahneler nedeniyle 18 yaş + okuyucuya hitap etmektedir. Akıcı üslubu ve değindiği konular ile okunmaya değer bir eserdir. Tavsiye ederim
Evlenmeyi, iş hayatına atılmayı, para kazanmayı, okumayı çok zorlaştırdık.
Allah, insana taşıyamayacağını yüklemez ama biz kendi kendimize her şeyi zorlaştırdık. Oysaki dinde kolaylaştırmak esastır.
Hakikati gür bir sesle haykırırsanız kalbinde hakikat sevgisi olan birkaç kişiyi ikna edersiniz, fakat hakikati mırın kırın ederek anlatırsanız hiç kimseyi ikna edemezsiniz.
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
Yüreği korkuyla ürpermediğinde sokaktaki fren sesi
Ve çalınan kapı arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
Gökyüzünün, tek bir yürek olan çanlarıyla bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya kuracağız demesidir;
Ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.
Barış, sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
Sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.
İnsanoğlunun başına gelen her şey için sınırsız sayıda "son" vardır ve o "son" olayı yaşayanın tercihlerine göre yazılır. Hayatımızda sonsuz sayıda son vardır ve onları yaşadıklarımızı yorumlama biçimimizle biz yazarız.