“Sevgili geçmişim..." diye başladım satırlarıma bir mektup yazar gibi. "Sana gelecekten yazıyorum... Başardın mı, başaramadın mı bilmiyorum. Girdiğin, ortasında titreye titreye yürüdüğün, belki de karşıda denizi gördüğün, çiçek kokularıyla ilerlediğin o uzak yolda mısın hala, denize yaklaştın mı bilmiyorum. Yoksa bir ara sokağa mı
Beni bu bunalımdan kim kurtaracak?
Vakit gece yarısını geçti. Pencerem açık. Uzaklardan hüzün dolu bir şarkı sesi geliyor.
İçimde tanımlanamaz bir daralma var. Bir el kalbimi sıkıyor sanki.
Ruhum kabına sığmıyor bu gece. Oda, ev, şehir, dünya, evren dar geliyor bana.
Bir yolculuk etmek, buralardan, kendimden, her şeyden uzaklaşmak, bir yerlere
Pirandello, Altı Kişi Yazarını Arıyor diye bir oyun yazmıştı. Gerçekliğin
kaypaklığını, göreceliğini sergileyen bu oyun bana Oğuz Atay’ın benzer bir
sorunu ele alırken okurunu arayan bir yazar olarak tanımlanabileceğini
düşündürdü.
«Ben buradayım, sevgili okurum, sen neredesin?» derken,
belki
bir yandan okurun ilgisizliği karşısındaki kırgınlığını dile getiriyordu. Ama bir
yandan da okurun kitaplarındaki düşünsel yaratıcılığa katılımı için bir çağrıda
bulunuyordu. Oğuz Atay’ı okumak bilinç ve duyarlığın yaşamayı anlamlı kılan
bir bireşime, bir çeşit yaratıcılığa yönelteceğine ben bu yüzden inanıyorum.
Onun bu kitapları yazmakla dizginleyemediği yaşama coşkusunu okurlarıyla
büyük bir içtenlik ve cömertlikle paylaşmak istediğine inandığım gibi.
Eylül 1
Cevat Çapan
Beni bu bunalımdan kim kurtaracak?
Vakit gece yarısını geçti. Pencerem açık. Uzaklardan hüzün dolu bir şarkı sesi geliyor.
İçimde tanımlanamaz bir daralma var. Bir el kalbimi sıkıyor sanki.
Ruhum kabına sığmıyor bu gece. Oda, ev, şehir, dünya, evren dar geliyor bana.
Bir yolculuk etmek, buralardan, kendimden, her şeyden uzaklaşmak, bir yerlere
Her öykü bir kişinin hikayesi…
Yazar, kitabında yarattığı kahramanlar ile adeta eleştirel bir dille sohbet ediyor.Kendi düşüncelerini aktarmakla birlikte kendi kendini eleştiriyor. Bu romanı okurken Oğuz Atay’ı hissetmemek, duymamak imkansız.
Mizahi yorumlarıyla romanı renklendiriyor. Kendi farkını günümüz alışılagelmiş tarzlardan ziyade, uçuk ve marjinal bir tarzla ortaya koyuyor.
Yazar, kitabın bazı bölümlerinde mektubun ve yazmanın önemini vurguluyor.
Bu eserde beni en çok etkileyen öyküsü “ Beyaz Mantolu Adam” oldu. Yalnızlık, başarısızlık, çaresizlik gibi olumsuz koşullarda bile hayatta kalma çabası ve tüm kötü insanlara rağmen iyi niyetini kaybetmemesi beni derinden etkiledi. Mantoyla saplantılı bir şekilde bağ kurması ve öykünün sonunda hayata veda etmesi üzdü.
Okuduğum kitap “ Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba? sorusuyla bitmektedir.
Bizde “ Buradayız” Oğuz Atay cevabını vererek incelememi
sonlandırıyorum.
Kitabı okuyacaklara, keyifli okumalar diliyorum.
"Seni az seviyorum" dedi Derdâ.
"Ben daha az" dedi Derda.
Bir daha da konuşmadılar...
Uzun zaman sonra bir inceleme daha ki bence bu kitaba bir çok inceleme yazılabilir...
Derdâ ve Derda ile aynı isimleri taşıyan ve aslında yolları aynı yaşta (11) bir mezarlıkta kesişen iki küçük çocuğun kendini bulma yolunda yaşadıkları
Albert Camus gelip de yabancılaşmayı Oğuz Atay karakterlerinde görmeli :) Meursault ve Hikmet Benol. ‘Ben’ olamayan farklı farklı Hikmet’ler… Meursault’un kayıtsız yabancılaşması mı Hikmet’in gürültülü, saldırgan yabancılaşması mı… İki yazarı da çok sevsem de Oğuz Atay hep daha önde geliyor benim için.
Kitap boyunca elimde olmadan