Şuan gerçekten bu kitap hakkında ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Bir yandan çok rahatsız edici bir içerik okudum gibi hissediyorum bir yandan da son ana kadar merak ettiğim bir olay örgüsü okudum. Gerildim diyemem, o hissi hissedemedim ama evet Lia ikilemlerinin gerçeğini çok merak ettim.
Ve sürpriz, tam olarak öğrenemedim. Nerede bittiğini de pek anlamadım kitabın. Üçleme olduğunu düşünürsek güzel bir taktik aslında. O konuda bir sorun yok ama tecavüzü güzellemek ve bunu dark temaya mal etmek kısmı bana pek ilgi çekici gelmiyor. Ben bu türün insanı değilim ki bunu daha önceleri giriştiğim okumalards gördüm. Bir kesim Adrian için kötü kimliğinin altında sıcak kalpli bir insaj yattığını ima etmiş ama bana sorarsanız Adrian düpedüz manipülatif ve tacizci bir sapkın. Winter için aynı seyleri diyemem, hayatını okurken ve yaşadıklarını anlatmaya çalışırken içim ezildi. Bir de şu var, Winter'ın Adrian'a hayatının dönüm noktasından bahsettiği sahne neden bu kadar yavandı? Dümdüz okuduk ve öylece bitti. Yarım sayfa bile sürmedi.
Ben çok fazla iyi roman okumuşum sanırım, o kadar yükselmiş ki çıta, artık her yazılan cazip gelmiyor demek ki. Beğendim demek isterdim ama ilk kitap için pek beğendiğim bir kitap olmadı. Serinin ikinci ve üçüncü kitapları da var, dolayısıyla onları da yakın zamanda okuyup Yalan Üçlemesini tamamlayacağım.
SPOILER İÇERİR.
Öncellikle bu kitap severek okuduğum üç fantastik kitaptan benzer ögeler içermesiyle bana şu kitapları anımsattı.
1.Zalim Prens
2.Gökyüzünün Diğer Tarafı
3.Hırsızların Dansı
Violet'in fakir bir çocukluk geçirerek hırsızlık yapması ve hayatta kalmak için çok mücadele etmesi bana Hırsızların Dansı kitabındaki Kazi'yi
Mara'nın Apollon'un gelini olarak seçilip tapınağa gönderilmesiyle başlıyor. Tüm geleceğini inanmadığı bir Tanrı'ya sunmaktan şansı yok. Her şeye hazır, onu çağırıyor ama gelen kişi Apollon değil de ikiz kardeşi Rae. Kehanet Tanrısı.
İçinde daha fazla mitolojik unsur olmasını isterdim açıkçası. Belki de yazar serinin ilk kitabı olduğu için bunu az tutmuş olabilir. Onun dışında Mara'nın korkusuz olması, korksa bile karşındakine belli etmemesi hoşuma gitti. Kehanet Tanrısı Rae'nin kehanetini almış olması benim için beklenmedikti.
Mara'nın kendini yanlış tanrıya sunmasında meğer ki Rae' nin de parmağı varmış. Bunu Rae başkasına anlatırken Mara duyup doğal olarak yanlış anlıyor ve Kirke'nin yanına gidiyor. Açık olmak gerekirse bende aynı onun gibi yapardım biraz fevriyim böyle konularda. Ama dinleyip öyle karar vermesi daha iyiydi. Ana karakterlerden ayrı Karr ı da sevdim ben.
Kurguda bazı şeyler de var ama bundan fazlası çok spoiye girdiği için anlatmayacağım. Ama şunu söylemek istiyorum Apollon'u sonradan sevmeye başlayacakmışız.
“Muhakkak ki size Resûlullah’da pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzab sûresi, âyet 21)
Gerek bu dünyâda, gerek bundan sonraki âlemlerde şerefli insan olmak, iyi insan olmak; kâinâtın efendisi Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellemi iyi bilmek, iyi tanımak, iyi anlamak ve ona gerçekten ümmet olmakla kâimdir. Bir Müslüman'ın gerçek
Kitap ve yazar hakkında genel değerlendirme(Dil, üslup, içerik):
Kitaba önce bir üstten bakacak olursak;
Dili ağır ve anlaşılmaz değil, kendi kulvarındaki kitapların/yazarların aksine ‘’En
çok yabancı kelime kullanan, en çok bilendir’’ yaftasına esir olmadan gayet sade ve
akıcı yazılmış. Yani tıp terminolojisine boğulmamış ve bu da bizim gibi
Sana anlatamadığım,
Anlayamadığım şeyler de var anne.
Kim bilir, belki bende senden öğrendim içimin fırtınalarını yüzümdeki gülümsemeyle ve dudağımdaki "iyiyim ben" yalanlarıyla kapatmayı.
Kim bilir, belki de sen anlıyorsun gözlerimdeki acıyı.
Ama ne senin sormaya dilin gidiyor, ne de benim anlatmaya cesaretim var.
Oysa uzanıp dizlerine,
"Yoruldum artık anne" diyerek ağlamayı ne de çok isterdim.
Ama sen beni yine de iyi bil anne.
Ne ben artık senin arkana saklanacak kadar küçüğüm,
Ne de sen beni o yorgun dizlerinde taşıyabilecek kadar güçlü.
Sebeb olacağım her gözyaşına kurban olurum ben.
Sen kendine iyi bak annem.
Ben toparlanmanın yolunu nasıl olsa bir şekilde bulurum...
Çok isterdim seninle ikimiz için kavga edebilmeyi. Çok isterdim gerçek sebeplerin "biz" olmasını. Ama öyle değildi işte. Sen, beklediğin gelmedi diye, ben beklediğim ben değilim diye isyan ettim hep. Sonrası o bildik son işte. Tek suçum, suçlarını saklamaktı. Seninse yüreğimde bütün olmazlara bir sığınak vardı.
Oluruna bıraktım seni; olmazların bende kaldı.
Ne incelediğim yerden kopabildim ne de oraya sıkıca tutunabildim. Giden rolü biçilmişti ömrüme, gönderilen olduğumu hiç bilmeyeyim diye. üstü kapalı vedalar, içine teselli yerleştirilmiş uğurlama cümleleri. Hepsi zihnimde çakılı kaldı. En çok da şu sorunun cevabı merakıma asıldı; senden gidişim sana neyi getirdi? Ne kimse kimseyi yenebildi bu aşkta ne de beraber kalabildik yan yana. Gelecekten de pek umutlu değilim artık. adı gelecek olsa ne olur seninle gelmedikten sonra... Hayata tutunabilmek için birçok sebep bulunabilirdi belki... Belki "yeniden" diyerek başlanabilirdi yeni ve sensiz bir hayata. Üç-beş yıl sonra unutulurdu ama benim ayakta kalabilmek ve yaşamak için sebebe değil, sana ihtiyacım vardı.
Kapak resmi ve ismi kitabın ilk ilgi çekici yanıydı benim için. Sonrasında geçmişteki pişmanlıkları bir çamaşırhane de yıkayıp o anıları kalpten silmek üzerine nasıl bir kurgu olacak merak ettim.
Kitabı tek oturuşta okudum. sevdim mi? Çok daha iyi yazılabilirdi sadece. Bazı durumlar çok oldu bitti olarak geçiştirilmiş. bir çok kişiye yönelmek
Öncelikle ben kitabı atlatacağımı söylediğimde kitap senin üstünden atlayacak dediler.. haklılarmış
Eğer kitabı buraya kadar okuduysanız kitabın gidişatını ve olay örgüsünü biliyorsunuzdur ben direk olarak olaylardan ve karakterlerden bahsetmek istiyorum ve spoili olacak.
Rin, seni tanımlamak için tek bir kelime yeter "kayıp" hem kendi
Kitap çok genç yaşta hamile kalıp aynı zamanda okumaya, çalışmaya çalışan, sorumsuz okuduğum en salak karakterlerden biri olan Scott'a rağmen bir bebek daha dünyaya getiren genç bir anne olan Hadley ve çocuklardan pek hoşlanmayan, dövme dükkanı olan ve annesi için geri yaşadığı kente dönen Elijah'ı anlatıyor. İlk sahnede çocukla çocuk
“Şu anda,sana güzel bir söz söyleyebilmek için,on bin kitap okumuş olmayı isterdim,” dedi: “Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek:seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.”
Sayfa/113
Oğuz Atay, başlanıp bırakılan, takribi 3-6 ay geçtikten sonra baştan başlanıp bitirilen kült kitap.Bu yüzden diğer eserlerini okumadan üslubu çözmeden bu kitabı okumanızı tavsiye etmem.Tıpkı Dostoyevski okumak gibi düşünün.
Tutunamayanlar,Türkçe de yazılmış en iyi roman bana göre.
“Hayatım hayatımın romanı olsun..”
En çok yarım bırakılan kitaplar arasında 1, En çok okunacak kitaplar arasında 3. sırada olması bile bir çelişki teşkil etmiyor mu?
*En akıcı nokta: Selim`in günlükleri..
Mükemmel bir dibe vuruş hikayesi için kolları sıvayın derim.
Tabiri caiz ise:
“Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.” diyenlerin romanı.
“Tanrı, tutunamayanlardan rahmetini esirgemesin...”
Kitaba ve hayata tutunmanız dileği ile..
#oğuzatay #tutunamayanlar #edebiyatdefteri #edebiyatüzerine #sanasöz #book #booklover #booktok #booknerd #bookstagram #bookphotography #bücher #kitaptavsiyesi #kitapsevgisi
Kitap hepimizi ilgilendiren bir konuda yazılmış. Bu konunun farkında olanlar da var olmayanlar da. Yazar buna "boşluk"adını vermiş. Sizler nasıl ifade edersiniz bilmiyorum. Bu kitabı okumadan önce ben de kendime hep şöyle derdim: İçimde bir boşluk var. Yani benim bu konuyu ifade edişim böyle. Kitaptaki ifadeye çok benzer. Karakterimiz Eylül ve onun kalbindeki boşluğu... O bu boşlukla neler yapacak bunu okuyoruz. Sadece Eylül'ün de değil çevresindeki kişilerin de kalbindeki boşlukları.. Eylül'ün tanıdığı biri olmak isterdim,belki benim boşluğuma da bir şeyler söylerdi.
Kitapta ayrıca Eylül ve Yavuz'un sohbetlerini çok beğendim. Parkta karşılaştığı Handan'la olan konuşmaları da aynı şekilde. Kitap karakterlerine imrendim. Bu gibi konularda sohbet edebilecek insanlara denk gelmek maalesef...
Kitabı sevdim. Bu konuda bir kitap yazdığı için
İçimizdeki Şeytan
Kitabı okurken gerçekten içimde çok farklı duyguları aynı anda hissettim: üzüntü, acıma, heyecan, mutluluk ve huzur… Bir kitabı okurken bu duyguları içimde hissetmek benim için gerçekten çok kıymetli. Macide Ömer’le ilk tanıştığı zaman gerçektende ikisinin de birbiri için yaratıldığını düşünmüştüm ancak Macide ve Ömer ile
Çınar'da kalabalığın içinde yürüyordum. Burası Denizli'nin simgesi olan horozun olduğu il merkeziydi. Az ileride Özay Gönlüm üçlü baĝlamasıyla oturmuş bana "Çöz de al Mıstafali" çalıyor ve öyküsünü anlatıyor gibiydi. Bu düşüncelere dalmışken, sağdan soldan gelen araç sesleri ve bağırış çağırışlarla kendime geldim.
"Beni
•••
Bir nevi kendimi buldum. Ama çok geç buldum kendimi… Sonra seni buldum, ama seni de çok geç buldum. Çok önceleri tanışacaktık seninle. Ben hiçbir hata yapmadan, buraya hapsedilmeden önce.
….
Çok isterdim…
•••