Bir yıldır kitaplığımda duran 850 sayfalık kalınlığı ile bir türlü başlayamadığım, gözümü korkutan Kumandanı Öldürmek bir haftada bitti, tabiri caizse bir solukta.
Haruki Murakami kalemine, zekasına, kurgusuna hayran olduğum ve kitaplığımda külliyatını tamamlamak istediğim yazarlardan. Kendisi büyülü gerçekçilik akımının dünyadaki en önemli temsilcilerinden.
Kumandanı Öldürmek romanı da “idea”lar, “metafor”lar ile bu akımın en iyi örneklerinden biri.
Yazar her ne kadar gizemli güçler, başka boyutlar, farklı zamanlar üzerinde dursa da romanlarını bir bütün olarak ele aldığımızda aslında insan duyguları, insan ruhu, iç dünyası çok önemli yer tutmakta, yani yazar duygulara ayna tutmakta…
Okuduğum tüm Murakami romanlarında hep kendimden, çevremden izler buldum. Sanki çok uzak olan bir coğrafyada “Japonya”da doğmuş, büyümüş birinden değilde, ait olduğum bir kültürden, Türkiye’den bir yazar yazmış gibi. Murakami’nin kitaplarında hiç yabancılık çekmedim, anlattığı hemen her şey çok tanıdık, bildik, bizden gibi.
Dilleri, mesafeleri aşan bu “tanıdık gelme” hali altında tamamen Haruki Murakami’nin insanı, onun duygularını çok çok iyi analiz edip, bunları satırlara dökmesinde yatıyor. Yani Haruki Murakami romanları okumak içsel bir yolculuk yapmak gibi…
850 sayfalık kalın bir roman bir solukta biter mi? Biter çünkü Murakami tam olarak öyle bir yazar.
Sahilde Kafka, 1Q84 ve Kumandanı Öldürmek kapkalın ama bir solukta biten romanlar.
Yalnızca Kumadanı Öldürmek romanını değil, Murakami’nin tüm romanlarını okuyun, okutturun.