Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesedüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?
Bir gün insanoğlu "virgülü'' kaybetti, o zaman zor ve uzun cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı.
Cümleleri basitleşince, düşünceleri de basitleşti.
Bir başka gün ise "ünlem" işaretini kaybetti.
Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.
Artık ne bir şeye kızıyor, ne de bir şeye seviniyordu.
Hiçbir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra da "soru işaretini" kaybetti ve artık soru sormaz oldu.
Hiçbir şey ama hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu.
Ne kainat, ne dünya ne kendisi umurundaydı.
Birkaç sene sonra "iki nokta üst üste" işaretini kaybetti ve davranış nedenlerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız “tırnak işaretleri" kalmıştı.
Kendine has tek düşüncesi yoktu.
Yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.
Sıra “nokta”ya geldiğinde düşünmeyi ve okumayı unutmuş vaziyetteydi.
Her bir sayfasını heyecan ve merak içinde okuduğum bir kitaptı. Şaşırtıp, ters köşeyi çok iyi yapmış Zülfü Livaneli. Kaleminden okuduğum ilk kitaptı hayran kaldım
Ay günlükleri serisinin ilk kitabı Cinder..
Çok güzel bir seri çok güzel bir kitap sıkılmadan okuyabileceğim nadir kitaplar arasında.. Herkese tavsiye ederim.