Dün akşam Cüneyt Arkın'ın daha önce izlemediğim bir filmini gördüm, Oya Aydoğan ile oynuyor: Güneş Ne Zaman Doğacak. Oradaki kızın adı Cemile.
-Hangi millete mensupsun ?
-Türk'üm.
-Niye sesin cılız çıkıyor, utanılacak bir şey mi söylüyorsun? Türk'üm desene ! Türk'üm de!
-Türk'üm!
Bu kitap ile filmin bir ilgisi yok tabi
Çıkıversin derdim en güzel olacakları dünyanın;
Bir sevinç, bir umut dalgası, azların azı da bir sadelik
Sizin bir çift göz olan o şeyleri taşıdığınız gibi...
Ah, evet, ben bir kitabım. Pencerenin tam karşısındaki cevizden yapılmış bir vitrinin en üstündeyim. Tam 245 gündür! Nereden, ne zaman geldim, buraya nasıl düştüm? Anlatmayacağım.
Anlatışım, lafı uzatmaktan başka bir şey olmayacak. Bir el beni uzanıp almadıkça, bir çift göz sayfalarımın arasında gezinmedikçe adımın sanımın da bir önemi yok! Yine bir isim mi istiyorsunuz?
Pekâlâ, "Kimsesiz" diyebilirsiniz bana. Aslına ve esasına uygun yaşamayanların adıdır kimsesizlik. "Kim demiş?" mi diyorsunuz? Ne önemi var; ha o ha ben! Sizin için altı çizili bir cümle olmaktan başka ne işe yarar ki. Hissedilmedikten sonra kitapmışım; üç yüz sayfaymışım, güzelmişim kime, ne fayda!
Hissetmek, ah, ne ulvi bir meziyettir. Hissedilmekten hangi ruh mesut olmaz. Esasında benim burada oluşum, işte bunun, bu hissedilememenin bir neticesi. Hissedilmek, bütünüyle anlaşılmaktır. Anlaşılmayanların yeri yurdu sürgündür. Bakalım, buradan sürülüşümüz, ne zamana, takvimin hangi yaprağına denk düşecek. Bir elden başka bir ele uzatılırken, "Evde boş boş durmasın dedik," denilecek.