Fikret'in kahvehanesine girdim. Ocakcı Serdar'dan bir çay isterken duvardaki aynaya takıldı gözüm. Kim bilir kaç defa girmişimdir o kahvehaneye? ilk defa fark ettim o aynanın orada olduğunu. Aynanın üzerinde, bakanın görmemesi mümkün olmayacak şekilde adeta 'kamyon arkası sözü gibi duran "Kaybeden hesabı öder." yazısı beni bir anda aynanın içine aldı. Ocağın yanında ayaktayım. Yüzüm aynaya dönük. Kulağıma kahvehane televizyonundan haber sesleri geliyor. Yazıyı tekrar tekrar okuyorum. Her bakışımda bir kere daha. Hesap, kaybeden, ödeyen. Hangisiyim ben? Nerede, neler kaybettim? Kırık aynalarda kesik suratlar bıraktım. Her bakışımda yüzümün başka bir yerinden kesildiği o aynalar hala aynılar mı?
FAS PRENSİ: Hay Allah kahretsin! Bu da ne! Bir kurukafa! Göz boşluğunda da dürülmüş bir kağıt var. Okuyalım şunu.
"Her parıldayanı altın sanma;
Kim söylese de bunu, sakın inanma.
Az değil, dış görünüşüme kanan
Ve aldanıp sonunda canından olan.
Yaldızlı mezar görünce gözün kamaşır;
Bilmezsin ki içinde kurtlar kaynaşır.
Aklın da olsaydı eğer, yüreğin olduğunca;
Kafaca yaşlı olsaydın, bedence genç olsan da,
Durulmuş bulmazdın bu cevabı karşında.
Umudun söğüdü artık, hadi sana elveda."
“ Hep yabancıların iyiliğine bağımlı oldum.” Birçoğumuz , pek çok kez yabancıların iyiliği sayesinde kurtulmuşuzdur ; ancak bir süre sonra kulağa kamyon arkası yazısı gibi klişe gelir bu. Beni üzen de bu ; güzel ve doğru bir sözün çok sık kullanıldığı için sonunda kamyon arkası yazısı gibi yapay bir etki yaratması.”
Bazen kendimi, Tennessee Williams'ın Blanche DuBois için yazdığı şekilde kederli hissediyorum : "Hep yabancıların iyiliğine bağımlı oldum." Birçoğumuz, pek çok kez yabancıların iyiliği sayesinde kurtulmuşuzdur;ancak bir süre sonra kulağa kamyon arkası yazısı gibi klişe gelir bu. Beni üzen de bu ; güzel ve doğru bir sözün çok sık kullanıldığı için sonunda kamyon arkası yazısı gibi yapay bir etki yaratması.