"Yüreğin ölümü en son olur Ufuk. Bir ağacın yapraklarını dökmesi gibi umutlarını bir bir kaybeder. Sonunda yaşamak için hiç umudu kalmaz, işte o anda yürek de ölür."
Birinci Ağıt
Kim duyar, ses etsem, beni melekler katından? Onlardan biri beni ansızın bassa bile bağrına, yiterim onun daha güçlü varlığında ben. Güzellik güç dayandığımız Ürkü'nün başlangıcından özge nedir ki; ona bizim böylesine tapınmamız, sessizce hor görüp bizi yok etmediğinden. Her melek ürkünçtür. Kendimi tutar bu yüzden, yutkunurum.
Yani anlayacağınız olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın, öldüm der durur yine de yaşarsın. Hayat bu ya, insana ne sunacağını bilemezsiniz,"
.
.
"Sessizlik bir kadının en sesli çığlığıdır aslında ve bunu bir türlü görmeyen bir toplumda yaşıyoruz."
.
.
Temiz nedir biliyor musun; temiz
Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, duygularının peşinden korkusuzca giden bir kadının apansız yön değiştiren yaşamını konu alıyor. Bir Yüreğin Ölümü ise, ruh ikizini Lev Tolstoy'un unutulmaz kahramanı İvan İlyiç'te bulduğumuz yaşlı bir adamın, ailesinden ve yaşamdan uzaklaşmasını öykülüyor.
➤Ölümü ötelene şansımız yok. Ölümü öldürme gücümüzde yok. Ölümlüyüz. ölenlerin çocuğuyuz.
➤Evrenin bir kitap olduğunu biliyoruz, gezmeyince tekrara düşüyor ve aynı sayfada takılı kalıyoruz.
➤Herkes kendi sınavını veriyor.
➤Karşında bilgiye susamış bir yüreğin samimi itirafı, diğer yandan bunca kitap arasında okumayan bir nesil savruluşu. Gerçekten sahip olduğumuz nimetlerin yeterince farkında değiliz.
➤Söz söylemek kolay, iyi söz söylemek zor, onu hayata geçirmek daha zor, onu devam ettirmek en zor.
➤Anladım ki, şayet yürekten engelli değilseniz hiç bir engel sizi engelleyemiyor.
➤Sierra Loene'da üç öğün yemek kültürü iki öğün. Bunu bulamayanlar tek öğünle yetiniyorlar. Günü birlik yaşayan bir toplum. Günü kurtardıysan yarın kaygısı yok.
Bir yüreğin adamakıllı sarsılabilmesi için her zaman ille de kaderin güçlü bir tokadı ya da her şeyi sert bir şekilde söküp atan bir güç gerekmez; hatta gelişigüzel nedenle yıkımı yaratmak, kaderin ele avuca sığmaz heykeltıraş isteğini tahrik eder. Biz insanoğlu, kendi anlaşılmaz dilimizde bu ilk hafif dokunuşlara bahane deriz ve onun o küçücük cüssesiyle çoğu zaman muazzam etkili gücüne şaşar kalırız; fakat bir hastalık nasıl sinsice ortaya çıkarsa, bir insanın kaderi de ancak her şey gözle görülür hale geldiğinde ve olaylar başladığında kendini belli eder. Kader, yüreğe dıştan dokunmadan çok önce beyinde ve kanda içten içe ilerler her zaman. Kişinin kendini tanımaya başlaması aslında kendini savunmaya başlamasıdır ve bu, çoğu zaman beyhude bir savunmadır.
Söz, sevecen bir bilme eylemiyle yüreğin ve düşüncenin hasretini büyük bir ortaklık için içine alıyordu, kendi gerekliliğinin gücüyle kendisi bir boşuna olmayışa dönüşüyordu.
çünkü yetersizdir ellerin özlemi, yetersizdir gözlerin, kulakların özlemleri, çünkü yeterli olan, yalnızca yüreğin ve düşüncenin ortak özlemleridir; o sonsuz iç ve dış dünyanın özlemle yoğrulmuş bölünmemişliğidir; bakan, kulak veren, kavrayan, birlikte solunmuş bir bütünlük içersinde gerçekleşmiş olan bölünmemişlik; çünkü insana korku salan yalnızlıktan kaynaklanma o kapkara ve umarsız körlüğü aşabilme gücü, yalnızca bu bütünlüğe bağışlanmıştır, varoluşun bilgi köklerinden kaynaklanan o katmerli doğuş ancak bu bütün içersinde gerçekleşir