Bu, ölmeyi ilk deneyişim değildi. Sonuncu da olmayacaktı.
Yaşam ve ölüm. Zıt görünümlü iki dosttu onlar. Birbirlerini kolluyorlardı. Öyle ki, ölüm olmasa nefes almanın hiçbir numarası kalmazdı geriye. Yaşamak... Ölmeye dair en sevdiğim şeylerden birisiydi. Ölmek üzereyken bile hissedilen acıyı yaşayabilmek. Uçsuz sessizliğe son kala hissedeceğiniz en tatsız şey bu olacaktı. Ölebilmek için yaşamaya ihtiyaç duymak. Ne ironik, değil mi? Belki de bunu güzel yapan buydu. Bir adım sonrasında geriye yaşanacak bir şey kalmayacaktı fakat yaşamaya devam ettikçe, sizi daha büyük acıların beklediğini görecektiniz. Bunlardan kaçacaktınız, onlar sizi kovalayacaktı. Kimse kazanmayacaktı belki, ancak bu sefer kazanmak üzereydim.
Bu, nefes almaya ilk çalışışım değildi. Sonuncu olmasını isterdim.
Bu an da onlardan birisiydi. Rasgele elime geçen bıçağın ucuna yavaşça süzülen bir damla kırmızılık, kesme tahtasına hassas bir iniş yaptı. Her şey çabucak olmuştu. Duvarda gezinen gölgeler bunun iyi olacağını tekrarlayıp duruyordu. Az önce kestiğim elmadan bir dilimi çiğnemeye başladım. Bileğim yanma hissiyle kavruluyordu. Birkaç saniye sonra son bulacaktı, çünkü artık yaşamayacaktım. Dedim ya, acıyı ancak nefes aldığınız sürece hissedebilirdiniz. Bunlar bittiğinde, siz bittiğinizde, büyük anlamsızlıklarla karşılaşacaktınız. Hayatınız boyunca uğrunda çabaladığınız tüm hayaller sönecekti. Geride hiçbir şey kalmayacaktı. Bedeniniz hafifleyecekti, ruhunuz günahınızla ağırlaşacaktı.