Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Unutma ki zaman, gidecek yeri olmayanların evidir. Sadece zaman onları ileriye taşır. Ölümcül bir hastalığa sahip olan ile intihar etmekten yorgun düşenin ortak noktası, ilerleyen zamanda geri gidiyormuş gibi görünmeleridir. Ancak bu, ilerleyen trenin sadece som vagonuna kadar yürümeye benzer. Sonrası yoktur. Beden sahibi olan, ilerlemek zorundadır. Zamana güven. Yaşarken asla varamayacağın yerlere seni sadece o götürür. Oku ve zamana bırak.
Sayfa 17 - Doğan kitapKitabı okudu
.. iftira sade çirkin değil , aynı zamanda gülünç ve aciz bir şeydir de . İnsan tabiatı iktizasınca birbirlerini kötülemek isteyenler sadece düşmanlarının hayatlarına baksınlar , yeter. Çünkü her insanın hayatında hiçbir muhayyilenin icat edemeyeceği kadar aksaklık vardır ve bu aksaklıklar o insanla beraber yetişmiş , büyümüş şahsi , nevi kendine mahsus şeylerdir . Kul kusursuz olmaz , sözü sırf bu gerçek için söylenmiş bir sözdür.
Sayfa 25 - Dergah Yayınları
Reklam
" Ve gönüldür bu, bir akacak yer buldu mu akıverir; bir ateştir ki o, en olmadık zamanda her yanı yakıverir. "Gördüm" dahi diyemeyecek kadar kısa vakitte gönle aşkı düşürür de "olmam" desen de seni aşık ediverir..."
Sayfa 74
Herşeyi açıkça ve kandırmacaya sapmadan söylemek gerekir. İşçi sınıfı toplumda he ilerici değişikliğin, özellikle onun sosyalist dönüşümünün temel gücüdür. Çünkü en doğrudan ve ağır biçimde sömürülen ama aynı zamanda en örgütlü, en deneyimli, en mücadeleci ve en sağlam olan odur. Ama bu değişimlerle ilgilenen tek güç o değildir. ve buna da
Sayfa 38 - Sorun YayınlarıKitabı okudu
Sessiz filmler
Sinemaya karşı değildim, ama benim için hiçbir zaman fazla bir önem taşımamıştı, on beş yılı aşan öğretim ve yazma hayatımda bir kez bile filmler üzerine bir şeyler söyleme gereği duymamıştım. Herkes nasıl görüyorsa ben de öyle görüyordum onları, zaman geçirten bir şey olarak, hareketli bir duvar kâğıdı ya da sabun köpüğü gibi. Resimler ne kadar güzel ya da çarpıcı olursa olsun, beni asla sözcüklerin tatmin ettiği kadar etmiyordu. Çok fazla şey sunulduğunu hissediyordum, seyircinin hayal gücüne fazla bir şey bırakılmıyordu; çelişkili olan şuydu ki, filmler gerçeğe öykünmeye ne kadar çok yakınlaşırlarsa, dünyayı temsil etmekte o derece başarısız oluyorlardı; ki dünya çevremizde olduğu kadar içimizdeydi de. Bu nedenle, içgüdüsel olarak, siyah beyaz filmleri renklilere yeğlemiştim, sessiz filmleri de seslilere. Sinema görsel bir dildi, iki boyutlu bir ekrana görüntüler yansıtarak öyküler anlatma biçimiydi. Ses ve renk eklenince üçüncü bir boyut yanılsaması doğdu, ama bu aynı zamanda görüntülerin saflığını alıp götürdü. Artık bütün yük görüntülerin üzerinde değildi; ses ve renk, filmi kusursuz bir karma araca, yani olabilecek dünyaların en iyisine, dönüştürmek yerine, güçlendirmeleri gereken dili zayıflatmışlardı.
Sessiz filmler
O gece, Vermont’taki oturma odamda Hector ile öteki komedyenlerin numaralarını izlerken, ölü bir sanatı, bir daha asla can bulamayacak olan, tümüyle silinip gitmiş bir türü izlemekte olduğumun farkına vardım. Yine de, onların zamanından bu yana ortaya çıkan bütün değişikliklere rağmen, bu adamların sanatı, ilk gösterildiğinde olduğu kadar taze ve cana can katıcıydı. Bunun nedeni onların, konuştukları dili anlamış olmalarıydı. Bir göz sentaksı, salt kinesisten oluşan bir dilbilgisi yaratmışlardı; kostümler, arabalar ve arka plandaki eski mobilya dışında gördüklerimin hiçbirinin modası geçmezdi. Eyleme dönüştürülmüş düşünceydi bu, insan iradesi kendini insan bedeniyle ifade ediyordu, bu yüzden her zaman geçerliydi. Sessiz filmlerin çoğunun, hiçbir hikâyesi olmazdı. Şiir gibiydi onlar, düşlerin yorumu, ruhun karmaşık bir koreografisi gibiydiler; artık var olmadıkları için şimdi bize, kendi dönemlerindeki seyircilere olduğundan çok daha derinden hitap ediyorlardı. Biz bu filmleri geniş bir unutulmuşluk uçurumunun karşı kıyısından seyrediyorduk, bizi onlardan ayıran şeyler aynı zamanda onları en albenili yapan şeylerdi: sessiz oluşları, renksiz oluşları, düzensiz, hızlandırılmış ritimleri. Bunlar birer engeldi, seyretmemizi güçleştiriyorlardı, ama aynı zamanda imgeleri, bir şeyleri temsil yükünden kurtarıyorlardı. Bizimle film arasında duruyorlardı, bu yüzden gerçek dünyaya bakıyormuşuz numarası yapmamıza gerek kalmıyordu. Karşımızdaki ekran dünyaydı ve iki boyutluydu. Üçüncü boyut bizim kafamızdaydı.
Reklam
Ne kadar güzel olursa olsun insan aynı yerde oturduğunda hayat yeknesaklaşıyordu. Bir araziyi işlemek, orada mekan tutmak belki kıt kanaat geçinip kaygısız yaşamaktı, ama bu, aynı zamanda heyecansız da yaşamak değil miydi!?..
Sayfa 38
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.