"Gerçekten de içindeki çoğu anlatılan hikayeye aşina olmama rağmen zevkle ve keyifle okudum.Çabucak bitti. Hayata dair, sevgiye dair ve en önemlisi de umuda dair konularıyla sıcacık hikayeleri okurken içiniz tıpkı sıcacık iyi demlenmiş bir çay gibi ısınıyor...
Sevinçlerini Sakın Erteleme
Her Yemekten Sonra Şükret
Biri Seni Kucakladığında
İlk Bırakan Sen Olma..."
Ne güzel cahildik,
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel
cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar... Ama kuzine içten içe öyle
yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık
bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her
zaman ekmek
Hayatınının Yarısını Kitap Okumakla Geçirenlerin Çok İyi Bildiği 17 Şey
1. Kitap okumak sizin için hiç bir zaman boş zaman aktivitesi olmamıştır. Tam tersi kitap okumaktan artan zamanı boş zaman olarak görürsünüz.
2. Kitap okumak için özel bir yere ihtiyaç duymazsanız. Metroda, otobüste, sokakta, vapurda her yerde kitap okuyabilirsiniz.
3.
Sabahtır
Alkışlar gecenin
Sıcak damları sükûn yapılarıyla
Aydınlatır bir ucundan
Kahvaltı sofrasında çay tasını
Düzgün uysal
Işıklı bir de ağız
Gizlice götürür hücreyi bütüne
Ve akla her gelen telgraf telinde
Öpüşür iki güvercin
İncelmiş ve yumuşamış gagalarıyla
Bu geçen mızrak
Kalın kararlı
Atanın değer biçilmez atıyla
Kuşkusuz yolunda gerek
Mızrak geçer ışığı
Geçer geceyi dolduran karanlığı da
halksız şehirler değil kris, şehirsiz halklar
çok halklar, çok şehirsizler, çok moral bozucu
son günlerde çok kelimesini çok kullanıyorum
her yıl yeni modelleri çıkıyor melankolinin
içimden bir ses gelmiyor, hayır bazen geliyor
içimden bir ses, sesin dışarıdan geldiğini söylüyor
-iki saray odası alana bir saray odası bedava
o montu almam iyi
’Yani, palto için gerekli olan paranın ilk yarısı elindeydi, ama diğer yarıyı nereden bulacaktı? Bir kırk ruble daha nereden bulabilirdi ki? Akakiy Akakiyeviç, düşündü… düşündü… ve sonunda günlük harcamalarını kısmak zorunda olduğuna karar verdi; en azından bir sene boyunca bunu yapması şarttı. Akşamları çay içmeyi bırakacak, mum da yakmayacaktı; eğer çalışması gerekiyorsa, ev sahibesinin odasına gidecek ve işini onun mumunun ışığında görecekti. Dışarı çıktığında ağırlığını ayaklarına vermeden, nerdeyse parmaklarının ucunda basarak yürüyecek ve elinden geldiği kadar adımlarını, düzgün kaldırım taşlarına denk getirmeye çalışacaktı, böylece ayakkabılarının tabanları hemen aşınmayacaktı. Çamaşırlarını da yıkamaya daha seyrek gönderecek, böylece onların da hemen yıpranmasını engelleyecekti. Eve döner dönmez eskimesinler diye derhal giysilerini çıkaracak, sadece umarsızca geçip giden zamanın bile merhamet ettiği eski pamuklu gecelik entarisiyle oturacaktı. Doğrusu ya, başlarda bu sıkıntılara alışmak Akakiy Akakiyeviç’e oldukça zor geldi, ama bir süre sonra teker teker hepsine alıştı ve işler rayına girdi; hatta akşamları aç açına uyumak bile onu rahatsız etmemeye başladı. Evet, belki karnı doymuyordu, ama tüm düşüncelerinde yer eden ‘gelecekte sahip olacağı paltoyla ilgili hayaller’, ruhunu yeterince besliyordu. Sanki yaşamında eksik olan bir şeyin yarattığı boşluk doldurulmuştu; sanki evlenmişti; sanki yanında, yaşamakta olduğu anı paylaşan biri vardı, artık yalnız başına değildi…’’
bu yekta kopan'ın ilk okuduğum kitabıydı ve cok beğendim ve diğer kitaplarını da bir an önce okumak istiyorum. ayrıca kitabı okurken bir an acaba hakan Günday mı okuyorum diye konuştum kendi kendime çünkü dili,benzetmeleri aynı hatta aynı karamsarlık aynı hayata bakış falan filan belki de bu sırf bu kitap için geçerlidir bilemem ama arkadaşlara tavsiyemdir okuyun,bakalım sonunda siz ne tepki vereceksiniz ama benim tepkim son sayfaya uzun bir süre boş boş bakmak oldu.............
"Oysa yağmurda ıslanmanın verdiği huzur hiçbir şeyde yoktur. İnsan olmaktan utanmadığın tek andır, ağaçlar gibi, çiçekler gibi, köpekler, kuşlar, kediler, bildiğin bilmediğin bütün hayvanlar gibi ıslandığın an. Doğanın bir parçası olduğunu hissedersin. Manzaraya dışarıdan bakan kibirli insanlardan uzakta, o manzaranın bir parçası olursun. Irkının kendini beğenmişliğini unutur, bir böcek kadar özgür, sunarsın kendini doğaya. Yalan yoktur o anda. Aldatma yoktur. İki kuruşluk hesap için bin kazık atan dostlar, uçkurunun derdine düşmüş babalar, hayatını altüst eden kardeşler yoktur. Yağmur damlaları vardır sadece. Bir de sen."
Öyküleriyle tanıdığımız usta kalem, bu kez bir romanla karşımızda. Mutsuz bir ailenin hikayesine konuk oluyoruz, anlatıcımız Müzeyyen’le. Müzeyyen kırgın, bu yüzden hırçın bi’ kadın. Romanı okudukça onun neden böyle olduğunu anlıyoruz. Ama bir de madalyonun diğer yüzü var ki yazar bizi şaşırtmayı başarıyor bu noktada.
Roman bölümleri adlandırılmış. Birkaç bölüm olanlar anlattıktan sonra“Çıkan Bölümün Özeti” başlıklı bölümler var ki çarpıcı olmuş. Hayatından çıkan iki önemli kişinin ardından yazılmış bu bölümler. Ve tabii bir de “ Kalan kısmın özeti” bölümü var.
İnsanın kendisiyle yüzleşmekten korkmaması gerektiğinin; konuşulmadan hiçbir sorunun çözülemeyeceğinin zaman zaman sembollerle (özellikle “Kırmızı Salyangoz” bölümü çok güzeldi bence) anlatıldığı güzel bir roman.