Yaşanan kimlik çatışmalarını, aidiyetleri ve ‘bizimkiler’ kelimesinde karşılık bulan fanatizmi, hepimizin doğduğumuz yerde yaşarken bile bir şekilde nasıl göçmen olduğumuzu, İslamın sadece şiddetle anılmasındaki haksızlığı ve daha bir dolu meseleyi öyle yalın bir şekilde kaleme almış ki, insanın, bak, bu kadar basit işte diye gösteresi geliyor.
Özellikle şu günlerde.. Artan Arap düşmanlığı, sığınmacı akını, İslam ve şiddetin yan yana duruşunun tartışıldığı, zorunlu-gönüllü göçmenliğin tırmanışta olduğu, tüm dünyada milliyetçiliğin alıp başını gittiği, ülkemizde din ve toplum arasındaki fanatik ilişkinin hepimizin başına bela olduğu şu günlerde.. müthiş kafa açıcı. Bakış açımın köşelerinde törpüyle giriştiği inşaat çalışmasına ve sebep olduğu gürültüye rağmen, toplamda yanıma kalan şey bir rahatlama hissi.
Rahatlama hissi? Çünkü çoğu zaman çözümler ve cevaplar üzerine o kadar kafa yoruyoruz ki, işin içinden çıkamıyoruz. Asıl olanı unutuyoruz, doğru sorular sormayı. Eylemlerin suçu var da, doktrinlerin hiç mi suçu yok diye soruyor Maalouf. Tamam anladık, dinlerin halklar üzerinde etkisi var da, peki ya halkların dinler üzerine olan etkisi? “Neden evrim Batı'da bu kadar olumlu gelişti de, Müslüman dünyasında bu kadar düş kırıcı oldu?” “Her adımda bir hayal kırıklığı, umutsuzluk, aşağılanma yaşıyorsunuz. İnsanın kişiliği bütün bunlardan nasıl olur da örselenmeden çıkabilir?”
Tüm bu kaosun ve aklı tutulmalarının ortasında bu kitabı okumak ne iyi geldi.