Aşk Risalesi
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların
Dirilmek yeniden
Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların
Dirilmek yeniden
Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
Kandan kinden
*irade >kalpte ateşinden bir kor.
* ıstılah > kalbe galip gelen şaşkınlığa yakın velvele.
* efrâd> kalp nazarinda hariçte kalan
* ufk-ı mübin > kalp makamının son noktası.
Müslüman için insan olmanın anlamı, Allah'ı tanıma imkânına bağımlıdır. Yani insan olmak belli bir kavrayış bölgesinin oluşmasıyla ilgili. Kartezyen anlayış insanı beden ve zihin olarak ikiye bölmüştür. Böylelikle kavrayışı "zihne" münhasır kılmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalmış "batılı" insan. Zihin kendine "değer" ve "anlam" türetmeye başlamış böylece. İnsan dediğimiz mahlûk kendi anlamını bir yerlerde arayadurmuş hep. Bu arama faaliyeti içinde Allah'tan başka güçleri kural koyucu, boyun eğilmeye değer kabul ettiği durumlarda kâfir olmuş. Bazan kendi aklının, bazan bir sistemin işleyişinin, bazan "ilke"lerin kendine anlam kazandırdığını sanmış. Bu zan'larıyla ateşe düşmüş derhal. Vehimlerini terketmediği sürece, yanmamak için gösterdiği her çaba onu tehlikeye daha fazla yaklaştırmış, dinmeyen bir çırpınış içine düşmüş.
İnsan, kendi üzerinde ve kainat manzumesinde sergilenen ilahi kudret akışlarına gönül gözüyle nazar ettiğinde, kendini, dünya hayatını nasıl yaşaması gerektiği hususunda düşünmeye mecbur hisseder. İnsani hayatta en çok alakadar etmesi gereken en büyük gerçek de "ölüm" hadisesidir. O muhteşem veda anı insan için ne büyük bir ibret
Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların
Dirilmek yeniden
Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
Kandan kinden
Müslüman için insan olmanın anlamı, Allah'ı tanıma imkânına bağımlıdır. Yani insan olmak belli bir kavrayış bölgesinin oluşmasıyla ilgili. Kartezyen anlayış insanı beden ve zihin olarak ikiye bölmüştür. Böylelikle kavrayışı "zihne" münhasır kılmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalmış "batılı" insan. Zihin kendine "değer" ve "anlam" türetmeye başlamış böylece. İnsan dediğimiz mahlûk kendi anlamını bir yerlerde arayadurmuş hep. Bu arama faaliyeti içinde Allah'tan başka güçleri kural koyucu, boyun eğilmeye değer kabul ettiği durumlarda kâfir olmuş. Bazan kendi aklının, bazan bir sistemin işleyişinin, bazan "ilke"lerin kendine anlam kazandırdığını sanmış. Bu zan'larıyla ateşe düşmüş derhal. Vehimlerini terketmediği sürece, yanmamak için gösterdiği her çaba onu tehlikeye daha fazla yaklaştırmış, dinmeyen bir çırpınış içine düşmüş. Oysa mümin kendi yetenek ve zekâsım kul olma bilinci seviyesinde kullanmakla "emin" bir bölgeye varmış, tatminsizliklerin ateşinden kendini uzak tutabilmiştir.
Gafilane bir hayat çocuklukta oyun, delikanlılıkta şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve binbir türlü çırpınış ve nedametten ibarettir.
Müslüman için insan olmanın anlamı, Allah'ı tanıma imkânına bağımlıdır. Yani insan olmak belli bir kavrayış bölgesinin oluşmasıyla ilgili. Kartezyen anlayış insanı beden ve zihin olarak ikiye bölmüştür. Böylelikle kavrayışı "zihne" münhasır kılmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalmış "batılı" insan. Zihin kendine "değer" ve "anlam" türetmeye başlamış böylece. İnsan dediğimiz mahlûk kendi anlamını bir yerlerde arayadurmuş hep. Bu arama faaliyeti içinde Allah'tan başka güçleri kural koyucu, boyun eğilmeye değer kabul ettiği durumlarda kâfir olmuş. Bazan kendi aklının, bazan bir sistemin işleyişinin, bazan "ilke"lerin kendine anlam kazandırdığını sanmış. Bu zan'larıyla ateşe düşmüş derhal. Vehimlerini terketmediği sürece, yanmamak için gösterdiği her çaba onu tehlikeye daha fazla yaklaştırmış, dinmeyen bir çırpınış içine düşmüş. Oysa mümin kendi yetenek ve zekâsım kul olma bilinci seviyesinde kullanmakla "emin" bir bölgeye varmış, tatminsizliklerin ateşinden kendini uzak tutabilmiştir.
Güzel bir kulluk hayâtı yaşarken dünyaya aldanarak ebedî saâdetini ebedî bir sefâletle değişme bedbahtlığına düşenlere dâir, asr-ı saâdetten bir misâl de Sâlebe’nin hâlidir. Sâlebe, önceleri mescidden ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sohbetlerinden ayrılmazken, mal-mülk sâhibi olup dünya sevgisi gönlünde yer edince, zamanla cemaati terk etmiş, farz olan zekatını bile vermekten imtinâ ederek hazîn bir âkıbete dûçâr olmuştur. Sonradan Allâh Rasûlü’nün sözünü tutmamaktan dolayı pişmân olmuşsa da faydasız bir çırpınış içinde can verirken kulaklarında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“–Yâ Sâlebe, şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.” ifâdeleri çınlıyordu.
İnsan fıtratının tahlili bizi insan mahiyetine yerleştiren üç özelliğe taşımıştır. Hayvaniyet, beşeriyet ve insaniyet. Bu üç yönün şiddete ilişkin ayrıntılı tahlilinden önce insanın 'iç dünyası" olarak tanımladığımız bu yönlerin psiko-sosyal bir tahliline daha ihtiyaç vardır. Toplumun ve toplumsal faaliyetlerin tümünün temeli insandır.