O ADAM BENİM BABAM
Koruyamamıştım annemi. İçime dert olmuştu. Babamın o yüksek perdeden çıkan öfkeli sesini duyduğumda odamdaydım. Zaten her zaman yüksek çıkardı sesi. Günlük konuşmalarda bile sanki sesini duyuramayacaktı da biraz daha bağırarak konuşmalıydı. Kendine güveni olmadığı gibi gücünün yettiğine de gösterecek saygısı olmayan bir
Anlamayanlara, anlamak istemeyenlere, takip edemeyenlere…
7 Aralık günü Twitter’a bir video düştü.
Videonun başlığı şu şekildeydi;
Hasan Ali Toptaş, “Çeviri bir kitap okurken önce çevirmenin doğum tarihine bakıyorum.”
Bu video üzerine çok fazla yorum yapıldı, ben de bu videoyu cevaplayarak şu şekilde paylaştım:
“Kitap okuyan insanların
Bu ses de neyin nesi? Nereden geliyor ki?
Ah! İşte oradan, şu sokaklar ne kadar da dar ve biçimsiz, dön dön doğru yola çıkamıyorsun.
Bir çocuk var orada, neden bu saatte dışarıda oturuyor ki?
Yanına yaklaşayım biraz.
Ne kadar da bana benziyor, tıpkı beş yaşım...
Ama neden ağlıyor ki, kulaklarını elleriyle kapatmış, dizi üstünde hıçkıra
Spoiler içerir*
Sevgili Serra'mız bu kitapla Ankara'dan İstanbul'a taşındı ve on beş günlük tatil bitiminde her ne kadar döneme kötü bir başlangıç yapmış olsa da, çarçabuk uyum sağladı ve yapılan etkinlikler onu dipdiri tuttu. Hiç tanımadığı bir kentte, tanımadığı bir okulda bulunmanın getirmiş olduğu çekingenlik, tüm benliğini kaplamıştı. Bu
Günaydın. İnsanlığın büyük zindanı kendin olamamak. O ne der, bu ne der, ailem şöyle ister, dostlarım böyle. Mecburiyetler mecburiyetler!
Körleşme 'de geçer: "Tek bir tutkusu vardı: Tüm yaşamı boyunca; gerçekte ne ise, o olarak kalmak; kendi kişiliğini salt bir ay ya da bir yıl süreyle değil, ömrünün sonuna dek yitirmemek."
.
Bugün eşimin ellinci ölüm yıl dönümü. Evliliğimizin üçüncü yılında, henüz yirmi yedisinde soluverdi canı bir tanemin. Bir evlat emanet etti bana, oğlumu. Ailem, dostlarım, komşularım birçok kez baskı yaptılar evlenmem için. Evlenmedim. Elli yıldır özlemimdeki sırlı güzelliktir eşim. Can yoldaşımı çok özlüyorum ve ona bir mektup yazdım bugün.
Konuşmamız gereken bir konu var, değil mi?”
“Evet. Sanırım öyle. Sen benim sevgilimle evlendiğin günden beri konuşmadığımız bir konu.”
“Pekâlâ. İstiyorsan oradan başlayalım. Sen yapmaman gereken bir şey yaptın: Kendine sevgili buldun. Bunu yapmaya hakkın yoktu.”
“Kime göre? Sana göre mi, anneme göre mi?”
“Aile geleneğine göre. Sen bu geleneği bozdun.”
“Bozmak gerekiyorsa gene bozarım. O lanet olası gelenek beni hiçe saydığı sürece defalarca bozarım. Evlenmeye senin kadar benim de hakkım vardı. Birbirini gerçekten seven iki kişinin arasına girmeye senin hakkın yoktu asıl!”
“O kadar da gerçek bir aşk değilmiş demek. Gördün işte, Pedro ilk fırsatta seni bırakıp benimle evlendi. Onunla evlendim, çünkü bunu o istedi. Gerçekten onurlu biri olsaydın onu çoktan sonsuza kadar unutmuş olurdun.”
“Bilesin diye söylüyorum, bana yakın olabilmek için evlendi seninle. Seni sevmiyordu. Bunu sen de çok iyi biliyordun.”
Bu hayatta hiçbir duygunun boşuna olmadığına inandığımda tam olarak 6 yaşındaydım. Sevgili babam rüyama girdiğinde vedalaşmıştık. Ama ben bu vedanın ne olduğunu ilk etapta idrak edemedim. Babam bembeyaz kıyafetle karşımda gülümseyerek duruyordu. Ben ona sarılmak için her yaklaştığımda ; “Henüz değil kızım, ben önce gidiyorum deyip duruyordu.” Ama