Senin şehrinin ışıkları yanmıyor. Toprağı kuru,güçsüz. Toprağında yeşeren tek bir bitki yok. Şehrin kan ağlıyor senin; bilmiyorsun. Savaş var, açlık var,acı var,en çok da hasret var senin şehrinde. El yordamıyla yürümeye çalışıyorum orada. Aç ruhlara, mutsuzluklara, ihtiraslara, yalanlara takılıyorum... Aç ruhlara, mutsuzluklara, ihtiraslara,yalanlara takılıyor ve düşüyorum iki adımda bir. Her düşüşümde, canım daha çok yanıyor. Her düşüm,kabuslara açılıyor senin şehrin çıkışsız kapılarında. Şehrinin çıkışsız kapılarına yığılmış yüzlerce düşüm var, bir zamanlar sonu hayra yorulan. Burada körler yaşıyor. Kör değilsem işim ne burada. Gözüm görür, kalbim kördür. Kör ettin kalbimi. Aşkın kalbimden vurdu bakışım kupkuru hayata. İnançsız. Oysa bir zamanlar, ne büyük bir inançla girmiştim çıkışsız kapılarının birinden şehrinin. Ne hevesti o, ne ihtirastı yarabbim. Cehennemden konuk bir taş olsa üstüne bastığım, erirdi...
Beklemek
Her gelmenin gelmek demek olmadığını, haliyle de her gitmenin aslında gitmekten sayılmayacağını daha bebeyken öğrenmiştim. İlk annem gitmişti benden. İki yaşındayken abiydim çünkü ve kardeşimin ona benden daha çok ihtiyacı vardı. Tamam dedim çaresiz, sıramı beklerdim. Ama sıra hiç gelmezdi. Çünkü sıranın bana gelecek gibi olduğu zamanlarda bir sürü kardeşim daha oldu. Öyle öyle büyüdüm işte... Anladım hep durumu ve hak verdim anneme. Ne kızdım ne sitem ettim. Bekledim yine de... Dizimi masanın köşesine çarptığımda, mahalledeki çocuklardan dayak yediğimde, babam ilk tokatı attığında... İçime içime ağladım hep. İçime içime ağladım ve bekledim. Annemi bekledim. Koşup gelseydi annem, sarılsaydı bana, yapıştırsaydı kafamı göğsüne, ortalığı ayağa kaldırırcasına ağlardım. Ama annem hiçbirine gel-e-medi. Hep çok işi vardı çünkü! Öyle öyle, kimselere göstermeden içime içime ağlamayı öğrendim. Demem o ki ben şimdi sana kalk gel demem. Beklerim hep ama gel demem. Diyemem. Çünkü öyle öğrendim. Canım çok yanıyor şu an. Eğer gelirsen, sarılırsan bana, yapıştırırsan kafamı göğsüne, ortalığı ayağa kaldırırcasına ağlarım. Ama gel demem. Diyemem. Öyle öğrendim çünkü. Öyle büyüdüm. Gelmezsen işi vardır derim. Oturur beklerim. Gelirsen ne iyi edersin. Gelmezsen bir şey demem. Beklerim...
Sayfa 333
Reklam
Ali Lidar
Demem o ki, ben şimdi sana kalk gel demem. Beklerim hep ama gel demem. Diyemem. Çünkü öyle öğrendim. Canım çok yanıyor şu an. Şimdi gelsen, sarılsam sana, yapıştırsam başımı göğsüne ağlamaktan ortalığı ayağa kaldırırım. Ama gel demem. Diyemem. Öyle öğrendim çünkü.. Gelmezsen işi vardır derim. Öyle öğrendim çünkü. Çünkü biliyorum. Sevdiğim bütün kadınların hep, hep ama hep çok işi oldu çünkü!..
Percy evet der gibi başını salladı. "Canım yanıyor ama beni öldürmez. Asansöre bin. Düğmeye ben basarım." "Tabii. Bana söz verdin Yosun Kafa. Ayrılamayız! Bir daha asla ayrılamayız!" "Çok inatçısın!" "Ben de seni seviyorum!"
Herkes Senden
Yarasız bir hayat mı? Yok öyle bir şey canım. İlla ki yaralanıyorsun. Da... Yaralara takılıp yolculuğunu unutursan işte sorun orada. Aslolan yolculuk çünkü. Bir de insanım diyorsan, başkalarının yarasına da kayıtsız kalmayacaksın kardeşim. "En çok benimki acıyor" demeyeceksin. Kimin canı nasıl yanıyor, onun tenini giyinmeden bilemezsin. O yüzden , hayatta bir kez olsun başka birinin yarasını sar. Sar ki, günün birinde senin yarana da şefkatli bir el uzanabilsin. Hem... Zaman denen bir mucize merhem var ki, her, ama her yaraya deva oluyor. Yeter ki sen yarana değil, yolculuğuna odaklan. Anlıyorsun değil mi? Herkes senin gibi. Herkes senden. Hayal Ağacım / sayfa 227 Bige Güven Kızılay
Sayfa 227 - Hayykitap
"Seni istiyorum," diye fısıldadı Clayton. "Seni öyle çok istiyorum ki canım yanıyor."
Reklam
560 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.