Buranın evlenmek için mükemmel bir yer olacağını düşündüm.”
Parmağıyla bir çardak çizimini daire içine aldı ama gözlerim onunkilere kaydı.
“Evlenmek mi?”
Hayes küçük kadife bir kutuyu masaya bıraktı.
“Evlen benimle, Ev.” Hareket edemiyordum. Nefes alamıyordum. Hayes kutuyu alıp ayağa kalktı. Bana doğru yaklaştı ve dizlerinin üzerine, ba caklarımın arasına yerleşti.
“Sonsuza dek sen ve ben olacağımızı zaten biliyorsun ama ev biter bitmez, bir sonraki bölüme geçmek istiyorum. Kendimi sana mümkün olan her şekilde bağlamak istiyorum. Seninle bir aile kurmak istiyorum. Sen de bunu istiyor musun?”
“İstiyorum,” diye fısıldadım. Gözyaşlarını yanaklarımdan aşağı doğru süzülüyordu. “Bundan daha çok istediğim hiçbir şey yok.” Hayes, üzerinde muhteşem bir pırlanta olan yüzüğü parmağıma takarken, aradığım o huzurdan çok daha fazlasını hissediyordum.
Everly kaçmak istiyordu ancak ben onun gidişini izleyebileceğimden emin değildim. Daha sevgili bile değildik. Yine de o nereye giderse gitsin, peşine takılacağımı şimdiden görebiliyordum. Çünkü artık onsuz bir hayat düşünemez olmuştum.
tanımadıklarıyla oynamak. daha heyecanlı. onu da tanıyayım, bırakırım peşini. fazla sürmez, ondan da nefret ederim. ben Kayra, yaşayan en karmaşık ruhum. ülkemin ulusal marşındaki gibi "hangi bilim, hangi güç beni çözecekmiş, şaşarım!"... ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan. kendimi bilmeyi bıraktım. ölümü bilmek ve anlayabilmek bile daha kolay. yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya. ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.
bütün bunları planlayanları bir bulsam! bir bulsam bu hayatların müsveddelerindeki elyazılarının sahiplerini!.. birileri pişman olmalı beni hayal ettiğine.
ama kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? beni kim kurtaracaktı? "kurtuluş" dedim. "Ankara'da bir mahalle." fazlası değil. belki bir de Bob Marley'in en iyi şarkısı. daha fazla düşünmeye gerek yok. adı her yerde, kendisi yok! kurtulmaya gelmiyoruz dünyaya. daha da saplanmak için buradayız. dibine kadar. onun için çürüyor bedenlerimiz ölünce. mısırlılar uğraşmış efendileri kurtulsun diye. ama nafile. çaresi yok. kurtuluşu beklemek yararsız. gelmez çünkü. kontenjan dolmuş. biz daha çok kötülüğün sınırlarını zorluyoruz. ne kadar iğrenç olabileceğimizi araştırıyoruz. kinyas ve ben bir deneyin parçalarıyız. insanoğlunun çekebileceği acı ve yapabileceği tiksinti veren davranışlarının sınırını saptamak için yapılan bir deney. belki de bu yazılanlar da yapılan deneyin raporudur... sonuçsa sınır olmadığıdır. tek sınır, nefesin alınıp verilemediği noktadır. o seviyeye gelene dek ne kadar acı çekersen, ne kadar kötülük yaparsan senin sınırın budur. doksan yaşındaki şirin nineler dünya üzerinde yaşayan en kötü insanlardır ve aynı zamanda en çok acı çekmiş olanları... gerisini düşünmeye gerek yok. mucizeler bitti. doğmak yeterince mucizevi. başka bir tane daha beklemek aptalca. ölmek de ikincisi. bunların arasında da hiçbir şey yok. kimse beklemesin...
Sıffin Savaşı'nda İmam Ali'nin (a.s) savaşı kazanmak üzere olduğunu gören Muaviye, Amr b. Âs'ın yardımıyla şeytanca bir oyuna başvurdu. Kendisini Müslümanmış gibi gösterip: "Aramızda Kur'ân hakem olsun." demeye getirerek mutlak bir yenilgi ve hezimetten kurtulabilmek için askerlerinin mızrakları ucuna Kur'ân
İnsanın öldükten sonra çürümesi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Benim uzmanlığım başkaydı. Çürümenin başka bir türü ile ilgiliydi. Bir bakışta tanıdığım çürüme, toprağın üstünde olandı. İnsan hâlâ nefes alıp verirken, kalbinde ya da beyninde küflenme ile başlayan o çürümeyi biliyordum ben. Hayat tarafından ensemden tutulup sokulup çıkarıldığım
BEKLENTİSİZ OLMA YALNIZLIĞI
İçinden çıktığım, içimden çıkan ve içimi yakanların ürettiği bir duygu
Yalnızlık
Fazlasıyım artık bu şeytani dünyanın
Yerlerini dar ediyorum zalimlere
Bu merhametsiz yeri terk edene kadar
Yalnız, düşünceli, yavaş ve daha ölçülü olacağım
Onların karşısına daha büyük bir ağırlık ve insanlık adaleti koymak adına