Bilgelerden biri söz aldı ve dedi ki: ''Ey insan çocukları,insan yaşamının anlamı üzerine olan ilk soylu dersinizi dinleyin.''
Kendi içinde iki büyük hazine taşımakta olduğunu bilmeyen insan ne bedbahttır:Kendisini özgür kılabilecek olan zihnin berraklığı ve onu mutlu edebilecek olan yürek iyiliği.Tıpkı hayvanlar gibi içgüdülerinin boyunduruğu altında ve yalnızca yaşamın maddi kaygıları için endişelenerek yaşamını sürdüren insan ne bedbahttır. Arzumuzu kendi dışımızdaki şeylere ve maddi nesnelere yönelttiğimiz taktirde hiçbir zaman dinlenemeyeceğiz
''İnsan olduğunu bilmeyen insan ne bedbahttır!''
Servetifünun'cular bir akşam matbaada bir araya gelmiş sohbet ediyorlardı. Fikret o akşam işlerini erken bitirip onlardan ayrılmıştı. Halit Ziya, Cenap Şahabettin, Ali Ekrem, Hüseyin Cahit ve Mehmet Rauf uzun süre gazetenin sorunlarını tartışmayı sürdürdüler. Hepsi çeşitli olaylara değinerek Fikret'e olan hayranlıklarını anlatıyordu. Onun şiire getirdiği yenilikleri uzun uzun övdükten sonra şairin dışarıda hangi yazarlardan etkilenmiş olabileceğini konuştular. Halit Ziya şöyle dedi:
"Bence Fikret pek az okuyan bir şairdir. Fransız edebiyatının son aşamalarını izlediğine dair bir işaret göremedim. Öyle anlıyorum ki o Victor Hugo ve Lamartine'den sonra gelenleri çok seyrek ve tesadüfen okumuştur. Hele düzyazı üzerine çok sınırlı şeyler okuduğunu kendisi bana söylemişti. O kendi sanatkâr ruhunun hamurundan yoğruluyor, kendi ruhunun havasından gelen nefeslerle yükseliyor. Dışarıya bakmaya gerek görmeden bütün sanatları kendi kaynağında buluyor."
Cenap Şahabettin şunları söyledi:
"Evet Fikret'in gözleri kitaplarda değil ufuklarda dolaşıyor. Ufuklardan yorulunca kendi ruhuna dönüyor. Düşünceleri biraz duygularına ve daha çok hayallerine dayanır. Bence o kelebekler, çiçekler, dereler ve bülbüller şairi değildir. O okyanuslardan daha derin bir sanatçıdır."
-Yemek yemek istiyordum. Çok mu erken geldim?
-Açığız.
-Güzel. İstediklerim...
Ağzımı sulandıran yemekleri sıraladım. (...) İşleri çabuklaştırmak için, boğazımı temizleyerek:
-Hepsi bu kadar, dedim.
Adam doğruldu, hazır ola geçer gibi bir tavır takındı:
-Dört gündür erzak gelmiyor. Sadece mercimek çorbası ve bayat ekmek var, dedi.
O kadar üzgün görünüyordu ki onu teselli etmek istedim:
-Çok iyi, çorba tam istediğim şeydi.
Harika demenin az kalacağı bir kitap! Bu kitabı nasıl anlatayım bilemiyorum, hem doğru cümleleri bulamadığım için hem de bayram dolayısıyla yorum biraz gecikti. En zoru doğru cümleleri bulabilmek! Söylenen eksik kalır da kitaba, yaşanmışlıklara, yaşayanlara, mutluluklara, acılara ama en çok acılara ayıp olur.
‘’Benim gibi ansiklopedik kadınlar
Tavsiye üzerine aldığım ve okumak için ertelediğim, okuduktan sonra ertelediğime pişman olduğum bir kitap oldu. Bu alanda okuduğum ilk eser olmasının yanı sıra Forrest Carter’in de okuduğum ilk eseri. Küçük Ağaç’ın Eğitimi beş yaşındaki Kızılderili bir çocuğun bilgeliğe ermesini anlatırken, yitirilmiş değerlerden dem vuruyor.
‘’Ne kadar uzağa
...Sonra Yargıç, dikkatle, biraz da kederle yüzüme bakarak, "Sizin kadar katı ruhlu adam görmedim, karşıma çıkan caniler bu ıstırap sembolü karşısında hep ağlamışlardır," dedi. Cani oldukları içindir, diyecektim. Ne var ki, ben de onlar gibiydim.
Mustafa Kemal'in Pera Palas Otelin'de kaldığı günlerde, İngiliz işgal güçlerinin üst düzey subayları da aynı otelde kalıyorlardı.
Bir gün İngiliz işgal güçleri karargahında tercüman olarak çalışan bir Türk subayı Sedat Rıza Bey Atatürk'ün yakını Dr. Rasim Ferit Bey'e bir İngiliz generalinin Mustafa Kemal'le görüşmek istediğini söyledi ve bu