Türkeş Hindistan'a, Yeni Delhi'ye gönderiliyordu. Diğerlerinin sürgün yerleri ise şu şekilde belirtilmişti: Orhan Kabibay - Brüksel, Orhan Erkanlı Meksika, Münir Köseoğlu - Stockholm, Mustafa Kaplan - Lizbon, Muzaffer Karan - Oslo, Şefik Soyuyüce - Kopenhag, Fazıl Akkoyunlu Kabil, Rifat Baykal Tel-Aviv, Dündar Taşer - Rabat, Numan Esin - Madrid, İrfan Solmazer - Lahey, Muzaffer Özdağ - Tokyo, Ahmet Er - Libya.
...
Aslında 13 Kasım darbesi, hukuken yeni bir Anayasa ihlâli idi. Zira MBK devrinin geçici anayasası olan 1 sayılı kanun bütün MBK üyelerinin imzalarını taşıyordu. Bu komiteyi feshetmek 1 sayılı kanunun, yani geçici anayasanın ihlâli demek oluyordu. Fakat gerçek olan şuydu ki, memleket hâlâ ihtilâl şartları içinde yaşıyordu. Ne kadar meşrûlaştırılmış olursa olsun, ihtilâlin tabiî ve kendine mahsus kanunları hükmünü icra ediyordu. Atsız, meseleye böyle bakıyordu. Baskın, basanındı. Adı üstünde, madem ki komitecilik devri yeniden açılmıştı, sonuçlarına da katlanmak gerekti. 14'ler yurt dışına gittikten sonra, basının büyük -ve partizan- kısmı alabildiğine taarruza geçirilmişti. 27 Mayıs'tan 13 Kasım'a kadar yapılan icraatın bütün aksak, eksik, yanlış taraflarının sorumlusu 14'lerdi. Bunlar demokrasi düşmanı, dikta taraftarı, ırkçı, tehlikeli, maceracı kimselerdi. Memleket, onların tasfiyesi ile, büyük bir felâketten kurtulmuştu vb.
Atsız, bunlara ne şaşıyor, ne kızıyordu. Daha beterleri kendi başına da gelmiş, aslı astarı olmayan birçok iftira, basın yoluyla gerçekmiş gibi kabul ettirilmişti. Türkiye'de hüküm süren «gayrimillî basın>> kendinden bekleneni yerine getiriyordu, o kadar.