Fethi ağabey, "Kalbinizde sebebini hiç bilmediğiniz bir hüzün hissediyorsanız bilin ki o an Allah'a yakınsınız," derdi. Çünkü Cenâb-ı Allah'ın, "Ben mahzun kalplerdeyim," diye bir beyanı var. Dolayısıyla zâhiri bir sebep yokken bir hüzün hissederseniz, o an Allah'a yakınsınız demektir. Hüzün hâli çok beşerî, çok insanî ve çok güzeldir; sizi iyi ahlaka yaklaştırır.
Sayfa 101 - Turkuvaz Kitap/ 2. Baskı: Eylül, 2023Kitabı okuyor
nazik bir konu
"Zaman" konusu nazik bir konudur, bașımdan geçti de bilirim. Şiirlerimde "zaman"la çok uğraştım, bununla yetinmeyip bir de açıkça "zaman yoktur" diye yazınca kıyamet koptu, alaya alındım, bilgisizlikle suçlandım. Bunca ortada, gözümüzün önünde duran bir şey nasıl yadsınır! Ama ben onu göremiyordum, ne yapayım! Bizim
Reklam
Ertesi gün Ramazan'ın on yedincisi, Pazartesi'ydi. Rüyasındaki meleği bu sefer açık biçimde ve uyanıkken gördü. Yine ürperdi . Melek yanına yaklaştı ve ona abdest aldırdı. Anlamıştım, vakit bu vakit, an bu an, dem bu demdi. Yüzyıllardır beklediğim hakkın açılışı, hakikatin açılışı. .. Dostum İbrahim'in müjdesi. Dışarıya baktım, benimle birlikte bütün mahlukat, ağaçlar ve kuşlar, dağlar ve taşlar da kendi dillerince övgüler okuyarak, selamlar ve tespihlerle zikirlerederek açılışı bekliyorlardı........Kaç bin yıldır hasretle bekleşmede olanların göz aydınlığı ve müjdesiydi ... Ve elbette en güzel şarkı benimki olsun istedim. Dilim de nağmeler, kalbirnde aşk ... Her şeyi dikkatle izliyordum. Gül hakikati maddeden manaya, somuttan soyuta, müşahhastan mücerrede sirayet ediyor, zahir ile batın, kabuk ile öz, dış ile iç buluşuyor, dostum İbrahim'in ifadesiyle "Kainatın en güzel gülü" nihayet kendisi oluyordu. Gözler kamaşarak, diller tutularak ...
Sayfa 157
„Für das Bürgertum des 19. Jahrhunderts war die Erotik fast vollstän dig in Angst gehüllt und wurde daher nur durch den Filter der Verdrängung zum Ausdruck gebracht. Alles sexuelle Handeln war von einem Gefühl des Verstoßes oder der Verletzung überschattet einer Verletzung des Körpers der Frau durch den Mann, einer Verlet zung des gesellschaftlichen Anstands durch die Liebenden, einer Verletzung noch tiefer verwurzelter Moralvorstellungen durch die Homosexuellen. Weite Teile der modernen Gesellschaft haben gegen die damit verbundene Angst und Verdrängung rebelliert, und das war gut so. Aber aufgrund der spezifischen Art, in der sich die Ideale der Intimität in der heutigen Vorstellungswelt niedergeschlagen haben, richtete sich diese Rebellion auch gegen den Gedanken, daß die körperliche Liebe ein Handeln ist, auf das sich Menschen einlassen, für das es, wie für jedes gesellschaftliche Handeln, Regeln, Grenzen und notwendige Fiktionen gibt, die dem Handeln erst seine spezifische Bedeutung verleihen. Statt dessen ist der Sex zur reinen Selbst Offenbarung geworden. Eine neue Sklaverei ist an die Stelle der alten getreten.“
„Wie können wir feststellen, ob die Außerung tatsäch lich schädlich ist? Bis zu einem gewissen Grad kann man die in unserer Kultur verwurzelten grundlegenden ethischen Kategorien von Gut und Böse anwenden, um diese Frage zu beantworten. Doch selbst diese Kategorien sind nicht unumstritten. In der Geschichte der Philosophie finden sich verschiedene Definitionen des Bösen: von Augustinus' Erklärung, das Böse sei ein fach die Abwesenheit des Guten, bis zu Kants Begriff des radikalen Bösen, das besagt, das Böse sei ein fester Bestandteil der menschlichen Natur, es gehe jeder sei ner Handlungen voraus und sei ein für den mensch lichen Verstand unergründliches Geheimnis. In Reaktion auf den Holocaust begann eine erneu te Auseinandersetzung mit dem Bösen, die wesentlich von Hannah Arendt beeinflusst wurde. In einem Brief an Gershom Scholem, in dem sie sich mit dem Eichmann-Prozess in Jerusalem befasste, schlug Arendt vor, die Verwendung des Konzepts des »radikalen Bösen aufzugeben und stattdessen von der >Banalität des Bösen“ zu sprechen.“
Sayfa 130Kitabı okudu
Olayların arka planını görmezden gelerek yaşadığınız bir hâdisenin, sizin cinsinizden biri tarafından başınıza geldiği- ni düşünürseniz onu kabullenmekte zorlanırsınız. Fakat sizin üzerinizde olan ve sizi var eden, size "varlık" bahşeden bir yüce kudretin Allahu zü'l Celal'in varlığını kabul ettiğiniz ve Ona teslim olduğunuz zaman tecelliyatla imtihan ediliyorsunuz. Başınıza gelene bu nazarla bakıp, her hâdiseden bir ibret alacaksınız. Modern insanın çıkmazı işte burada başlıyor. Modern insan bu çıkmazda hayatını idame ettiriyor. İnsana çok büyük yetenekler bahşedilmiş; ama bu yetenekler başına gelen imtihanlarla baş etmesine yetmiyor. Eskiden evlerin, tekkelerin duvarlarına, "Ah Teslimiyet" yazilı levhalar asılırdi. Bu teslimiyet, sizi var eden ve sizi kuşatan bir varlığa teslimiyettir. Allahu zü'l Celal, yeryüzüne elçilerini göndermiş. Bu elçi- lerin bir de vârisleri var. Büyük zevat-l kiram var. Bu şekilde ala meratibihim bir teslimiyet zinciri var. Eski diplomalara ve icazetnamelere şu yazılırdi: "El ele, el Hakk'a." En nihayetinde siz Hak'tan gelen şerbeti içiyorsunuz. Kaynak insan değildir. Allah'tır. insan sadece nakleder. Yunus Emre ne diyor: Hak'tan gelen şerbeti içtik elhamdülillah Şu tevhid denizini geçtik elhamdülillah. Yunus Emre'ye Hak'tan bir haber geliyor, o habere, "Âmen- na" diyor. Sonra o haberin mûcib-i muktezasınca amel ediyor ve tevhid denizini geçiyor. Yoksa sadece "âmenna" demekle geçilmiyor o deniz. işte o an bir sükûn bir sekinet hâli iniyor ruha. İnsanın iç dünyası ferahlıyor.
Sayfa 113Kitabı okudu
Reklam
211 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.