Dîwana Dûbeytî...
Baba Tahirê Uryan, Ömer Hayyam’dan 150 yıl, Yunus Emre ve Mevlana’dan 200 yıl önce yaşamış bir şairdir. Batılı araştırmacılar onu “Kürtlerin Ömer Hayyam’ı”, “Ömer Hayyam’dan daha derinlikli” olarak nitelendiriyor.
Şeyhmus Diken
İstanbul - BİA Haber Merkezi
14 Temmuz 2017, Cuma 15:37
Bin yıl evvel İran’ın Hemedan şehrinde
Râyete meyl ederüz kamet-i dil-cû yerine
Tuğa dil bağlamışız ka'kül-i hoş-bû yerine
Severiz esb-i hünermend-i sabâ-reftârı
Bir peri şekl-i sanem bir gözü âhu yerine
Gönlümüz şâhid-i zibâ-yi cihâda verdik
Dilber-i mâh-ruy u yâr-i peri-rû yerine
Olmuşuz cân ile billah Gazâyî teşne
Kanını düşmen-i dînin içeriz su yerine.
(Sancağın rüzgarda salllanmasını gönül alan sevgilinin salına salına yürümesine tercih ederiz. Tuğu da (ucundan at/yak tüyü sarkan nişan) yârin hoş koku saçan kakülüne tercih ederiz.)
(Becerikli ve rüzgar gibi giden atı; put gibi güzel, gözleri ahu yara tercih ederiz.)
(Gönlümüzü cihâdın güzel yüzüne vermişiz, ay yüzlü o peri gibi güzelin yüzü yerine)
(Ey Gazayi! Cana sussamışız sanki, öyle durumdayız ki din düşmanları kanı bize su gibi gelir)
Sevgiliye dedim ki; ey güzeller padişahı, bu garibe acı; dedi ki: Yoksul garip, gönül havasına uyar, gönül peşine düşerse yolunu azıtır gider.
Bir an olsun dur, geçip gitme dedim. “Evde yetişen, yabancılarla düşüp kalkmayan bir kişi bu kadar garibin derdine nasıl takat getirebilir?” dedi.
Garip, dikeni döşek edinir, taşı yastık yaparmış. Padişahın üstünde yattığı sincap kürküne yan gelmiş uyumuş olan bir nazeninin umurunda mı?
Ey zincire benzeyen saçları, bunca aşina âşıkın mekânı olan sevgili, kızıl yanağına öyle misk gibi simsiyah ve eşsiz ben ne de güzel yaraşmış.
Sevgili, ay gibi yüzünde şarabın aksi, ağustos gülü üzerinde erguvan yaprağının eşsiz güzelliği gibi görünmekte.
Nigâristanda misk gibi nakışlara şaşılmazsa da senin yanağının etrafında o karınca gibi ince nakışlar pek şaşılacak bir güzellikte!
Alnına dökülen ve gece renginde olan saçları garipler akşamı dilber, bu garip, seher çağlarında ağlayıp inlerse bu ağlayıştan, bu inleyişten çekin, dedim.
Dedi ki: Hafız, aşinalar bile hayret makamındayken senin gibi garibin hasta ve miskin bir hale düşmesinden daha tabiî ne olabilir?
Şiir aşk' mı, aşk' mı şiir, şarkı çal'dı mı,
Güneş sen misin, yoksa sen Ay mı,
Gelen sen misin, yoksa sana var'an ben mi,
Sen nasıl bir şeysin, meftun,dilber melek mi ?
1kul
Baudrillard'ın "boşa yaşıyoruz boşa, hatta yaşıyor muyuz, ben ben miyim, var mıyız?" şeklinde şüpheci, nihilist felsefesini çeşitli tarihsel olaylar, filmler ve kitaplardan aldığı örneklerle işleyip sağlamlaştırmaya çalıştığı; algılaması, anlamlandırması konuyla daha önceden kontağı olmayan kişilerce epey zor hatta imkansıza yakın olan kitap.
Geçen sene okumaya çalışmış ancak "Bu beni aşar!" fikriyle ertelemiştim. Şubat ortasında tekrar giriştim; ağır ağır, sindire sindire okumaya çalıştım ve söylediklerinin büyük kısmını yine anlamlandıramasam da en azından meramını sezinledim sanıyorum, yine de tıpkı yazar gibi şüpheciyim.
Dilber Ay'ın dediği gibi "Dünya yalan, ölüm gerçek" diyor(?) Baudrillard, kitabı bu şarkıyla özetleyebilirdik ortalarına kadar ancak Baudrillard sonlara doğru "ölüm"ün dahi pek de gerçek olmayacağını söylüyor.
Kitaptan asıl mesajı haricinde kazandığım iki şey daha var: Möbiyüs Şeridi ve Ballard'ın hayli sayko ve fütüristik romanları.
Dervişin Hikayesi
Her görenin aşık olduğu, uğrunda aklını kaybettiği bir kız vardi. Yanağı kafur gibi bembeyaz, saçları misk gibi simsiyah. Şeker, onun dudağının lezzetini bilseydi, erir yok olurdu. Bu dilber bahçelerde gezinirken oralardan bir derviş geçti. Bir ekmekçinin acıyıp verdiği yarım somunu tutuyordu elinde. O ay yüzlüyü görünce
Gökyüzünün camlarına taş attığı pencereler bunlardır. Onu kıskanan Ay'ın somurtmaktan Dolunay halini aldığı zamanlarda uzun örgülü saçlarıyla pencereye çıkarmış dilber, akabinde yer oynarmış, gök yarılırmış da O bir başını kaldırıp göğe bakmazmış. Çünkü O'nun aşkı...
ihtiyar - ilgili fotoğraf yazıları
KASİDE
Esti nesîm-i nevbahar açıldı güller subh-dem,
Açsın bizim de gönlümüz, sakıy medet; sun câm-ı Cem.
Erdi yine ürdibehişt, oldu hava anber-sirişt,
Âlem behişt ender behişt, her gûşe bir bağ-ı irem.
Gül devri ayş eyyamıdır, zevk u safa hengamıdır,
Âşıkların bayramıdır bu mevsim-iferhunda-dem.
Dönsün yine peymaneler, olsun tehî