Dünle ve yarinla meşgul olurken, parmaklarının arasından kayıp giden bugünün kıymetini öğret o küçük dostuma. Artık değiştirmeyeceği zaman dilimlerine üzülmek yerine, nefes aldığı o eşsiz anı yakalamasını öğret ona.
"Ulan sana benim gızı verim emme, adam değil namussuz! Okutuyorsun, görürsün. İnatçıdır ki, Damalı'da üstüne yok! Hep anacığına çekmiş. Zaten ben onu dostuma değil, düşmanıma vereceğim. Yesin başının etini. Bir gözel verem etsin."
Bir dostuma bakılırsa, bir adamın her zaman iki kişiliği vardır,
kendi kişiliği, bir de karısının yakıştırdığı. Kadının yerine toplumu
getirelim, bir yazarın koca bir duyarlık bağlamına bağladığı bir
tanımın bir yorumla nasıl yalıtlanabildiğini ve başka şeyden söz
etmek istediği her seferde nasıl yazarının önüne dikilebildiğini
anlarız. Söz, edim gibidir: “Bu çocuğu siz mi dünyaya getirdiniz?”
“Evet.” “Öyleyse sizin oğlunuz.” “O kadar da basit değil, o kadar
da basit değil.” Böylece, pis bir gecede, Nerval iki kez astı
kendini, önce mutsuzluk içinde bulunan kendisi için, sonra da
söylencesi, kimilerinin yaşamasına yardım eden söylencesi için.
Hiç kimse gerçek mutsuzluk üzerine yazamaz, kimi mutluluklar
üzerine de yazamaz, ben de deneyecek değilim. Ama söylenceye
gelince, betimlenebilir, en azından, onu saçıp savurduğumuz bir
dakika tasarlanabilir.
Dostumun başarılarından benimmişler gibi gurur duymalıyım. Dostuma övgüler yağdırıldığında, nişanlısının alkışlarını duyan bir âşığınki kadar içim ısınır. Dostumuzun vicdanını gözümüzde büyütürüz. Onun iyiliği kendi iyiliğimizden daha fazla görünür; tabiati daha iyidir, daha az yoldan çıkar.