Kızın biri arayıp, "Ölmek insanın canını çok yakar mı?" diye soruyor.
Bak tatlım, diyorum, evet yakar ama, yaşamaya devam etmek çok daha fazla acıtır.
"Sadece merak etmiştim" diyor. "Kardeşim geçen hafta intihar etti de."
Bu kız, Fertility Hollis olmalı. Kardeşinin kaç yaşında olduğunu soruyorum. Sesimi elimden
hayatta görürsünüz ki yalnız zenginlik, iktidar ve masallardan çıkma inanılmaz aşk hikâyeleri insanları meraklı kılar. Gerisi: Kederler, ayrılıklar, kıskançlıklar, yalnızlıklar, düşmanlıklar, gözyaşları, dedikodular ve bitip tükenmeyen yoksulluklar, tıpkı evlerin içindeki bu eşyalar gibi birbirine benzer hep: Bir eski, soluk alaca kilim, boş bir börek tepsisinin üzerinde bir kepçe ve sahan, ocağın yanında maşa ve kül kutusu, biri büyük, biri küçük iki yıpranmış sandık, evde tek başına bir dul karının yaşadığı anlaşılmasın diye hala tutulan kavukluk, hırsız korkutmak için bir eski kılıç.
“Ey budala insan! Hazmetmek istediğin yemek midir? Oysa sen yemeği değil, dinini hazmedemiyorsun! Hani fakir nerede? Dul kadın nerede? Miskin nerede? Yetim nerede? Oysa Allah (cc) sana bu kişilere ihsanda bulunmanı emretmişti.”
Fransız yazar Jean Louis Fournier’ın eserlerini üç kelime ile özetlemek mümkün; sade, derin, sarsıcı.
Kimseyi Öldürmedi Benim Babam, Nereye Gidiyoruz Baba?, Kuzeyli Annem, Dul, Bekleyecek Vaktim Kalmadı Artık, Tek Yalnız Ben Değilim, Muzip Tanrı, Otopsim, Son Siyah Saçım ve İhtiyar Delikanlılara Bazı Öğütler. Bunlar, Fournier’ın dilimize çevrilen eserleri. Devamı da gelecektir kuşkusuz. Ülkemizde en ihtişamlı dönemlerinden birini yaşıyor yazar, eserleri dilden dile ve elden ele dolaşıyor çünkü.