Hümanist yetiştirilmiş ve hümanist düşünceli insan, kendisini hiçbir ideolojiye adamamalıdır, çünkü bütün düşünceler, özleri gereği hegemonya kurmak peşindedirler; bir hümanist hiçbir partiye bağlanmamalıdır, çünkü bir partiden olan her insanın görevi yanlı görmek, yanlı duymak
ve yanlı düşünmektir. Bir hümanist, düşünme ve eylem özgürlüğünü her
Merhaba. Bu ay bir diğer okuduğum kitap, Abdal Kültür Merkezinden kütüphane bölümünden aldığım Erasmus'un Deliliğe Övgü eseri oldu.
Yazar, delilik diye bahsettiği şeyde aslında budalalık ve ahmaklıktan bahsediyor desek daha doğru bir tanım olur bence.
Erasmus, abartılmış bilgeyi ve bilgiçlik taslayanları, nasıl bir budala olarak görüyorsa,
Avrupalı aydınlar yazdıkları eserlerde Türk korkusunu azaltmak için uğraştılar. Erasmus bu konuda “Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüklüğü insanları korkutmamalıdır. Roma ve Büyük İskender’in İmparatorlukları da çok büyüktü ve yenilmez oldukları sanılırdı. Halbuki bugün yoklar. Yıkılıp gittiler” demektedir. Türkler’in yenilmez olduğu anlayışı ile ilgili çok ilginç bir örnekte şudur: XVII. yüzyılda Türkiye’ye gelen bir Alman seyyahı, bir Türk gemisiyle İskenderiye’ye gitmekteyken dört Venedik kalyonu ile karşılaşınca gemideki Türkler’in telaşlanıp, korkmalarına inanamaz ve “Türkler gibi dünyanın en cesur insanları, dört Venedik gemisinden korkuyorlar. Demek ki onlar da bizim gibi insanlarmış” der.
"Su ile ateş ne kadar birleşebilirse Erasmus anlayışı ile Luther anlayışı, akıl ve tutku, insanlık dini ve din bağnazlığı, çok yanlılık ve tek yanlılık, yumuşakbaşlılık ile sertlik de birbirleriyle ancak o kadar birleşebilir."
“Bağnazlığın öldürücü ateşini körükleyebilecek en büyük güç, nefrettir. Buna karşılık Erasmus anlayışı gibi, yalnızca insanların yakınlaşmasına hizmet eden, ulus ayrımı tanımayan insancıl bir ideal, doğal olarak her an karşısında çarpışacak düşman arayan bir gençlik üzerinde görsel etki yaratabilme gücünden yoksundur; kendi ülkesinin sınırları dışında ve kendisininkinden başka bir dine inanan düşmanları gösteren o ayırıcı gücün çekiciliğine hiçbir zaman sahip değildir. Bu nedenle, yan tutmakta bağnazlığa düşenler için insanoğlunun içindeki ezeli hoşnutsuzluktan istedikleri yönde yararlanmak, her zaman kolay olmuştur ve olacaktır.”
Ne akıllı ve soğukkanlı kişilerin Erasmus Anlayışı'nın gerçekleşebilme olanaksızlığını sürekli olarak kanıtlamaları ne de gerçeklerin onları görünürde hep haklı çıkarması, bir gerekliliği değiştirebilecektir.
‘Erasmus Anlayışı'nın son ve kesin biçimde yenilgiye uğradığı o günden sonra Freiburg'da, kitaplarının arasına gömülmüş yaşayan yaşlı adam, artık sadece yararsız bir varlıktır; bir zamanlarki ününün yalnızca soluk bir gölgesidir.
Acı bir soru sormak gerekir şimdi: Böylesine tertemiz, böylesine yüce idealleri temel almış bir evren, neden kalıcı olamadı?
Her türlü düşmanlığın anlamsızlığı, mantığa ters düştüğü konusunda çoktan yeterince ders almış olan insanların dünyasında, hep aynı yüksek ve insancıl ideallerin, “Erasmus Anlayışı”nın böyle güçsüz kalmasının sebebi nedir?
_Cumhuriyet, erdemli insanların yönetimidir.
_Bir kişiye yapılan haksızlık, tüm topluma yöneltilmiş bir tehdittir.
_Hür bir milletin kurtarıcısı olabilir. Köle bir milletin ise başka bir efendisi çıkar ortaya.
_Sadece mutlu olmayı istesek kolay olacaktı ama biz başkalarından daha mutlu olmak istiyoruz. Bu da oldukça zor, çünkü onları daima