Edebiyat; insanın yaşadığı devrin toplumsal, siyasal, ekonomik, düşünsel atmosferinden etkilenerek, bunların etkilerini kendi ruh dünyasında özümseyip farklı bir bakışla estetik bir dokusu güçlü bir ürün ortaya koyması demektir. Yaşadığı devir ifadesi bizi yanıltarak sanatçının sadece kendi devrine odaklandığı hatasına götürmemelidir; zira her
Şirin Etik çevirisiyle @iletisimyayin dan yeni yayımlandı. Şirin Etik çevirisi olduğu için yayımlanmasını heyecanla beklediğim bir kitaptı.
Kitap Norveç Edebiyat Ödülü ile Nordic Council Edebiyat Ödülü’nü, #meretelindstrøm ise tüm edebiyat çalışmaları için Dobloug Ödülü’nü kazanmış.
İkinci Dünya Savaşı’nın yıllar sonra bir aile üzerindeki etkilerinin yanı sıra göçmenlik, ırkçılık, modern bireyin yalnızlığı ve ilişkiler ekseninde ilerleyen bir hikaye.
Yaşlanmış bir çiftin zaman içinde sırlar ile gelen uzaklaşmaları, çocukları ile araya mesafe girmesi, arkadaşları ile bağların kopması ya da bağ oluşmaması, erkeğin sessizliğe gömülmesi , kadın anlatıcı (Eva) tarafından anlatılıyor. Çocukluğunda savaş ortamında, küçücük bir odada, sessiz durmaya mecbur bırakılarak hayatta kalan erkek, yaşlandıkça bu sessizliği kendisi tercih ediyor.
Geçmiş zamandan tekinsiz bir epizotla başlıyor anlatmaya. Şimdiki ve geçmiş zamandaki anıları parça parça birleştirerek devam ediyor. Bu şekilde tekinsiz atmosfer sürekli kılınmış ve oldukça sade, minimalist bir anlatım. Nitekim ilişkilerde sırların getirdiği tekinsizlik, sessizlik, biçim olarak da karşımıza çıkıyor.
Kitabın okur üzerinde etkisi de sessizce gerçekleşiyor, okurken parça parça verilen sessizlik katmanları kitap bittiğinde bütünleşiyor ve bir çığlık etkisi yaratıyor. Çok sevdim.
"Erkekler savaşı sever çünkü bu onlara
ciddi görünme imkânı verir. Çünkü bunun,
kadınların kendilerine gülmesini engelleyen tek şey olduğunu sanırlar. Böyle bir durumda
kadınları nesne konumuna indirgeyebilirler. İki cins arasındaki büyük fark da budur. Erkekler nesneleri, kadınlarsa nesneler arasındaki ilişkiyi görür. Nesnelerin
birbirine ihtiyaç duyup duymadığını, birbirini
sevip sevmediğini ve birbirine uygun olup
olmadığını. Biz erkeklerde olmayan ve savaşı
kadınların topuna birden iğrenç -ve de absürd- kılan bambaşka bir duygu boyutudur bu. Sana savaşın ne olduğunu anlatayım. Savaş, ilişkileri görmedeki bozukluktan kaynaklanan bir psikozdur Birbirimizle kurduğumuz ilişkileri. Ekonomik ve tarihi durumumuzla ilişkilerimizi.
Ve en çok da hiçlikle ilişkimizi. Ölümle."
Merhaba, Ingeborg Bachmann’ın “Ölüm Türleri” başlığı altında yazmayı tasarladığı bir dizi romanın tamamlayabildiği ilk ve tek bölümü “Malına”. Kitapta kendini “ben” diye tanıtan isimsiz bir kadın yazarın iki erkek ile arasındaki fırtınalı psikolojik kavgaları, soruları ve Nazizm (baba otorite ) konu alınıyor. Ben, Malınayı biraz iç ses, yani bazen bilinç altında sakladığı ve olmasını istediği sevgilisi, bazen de gerçekten var olan fakat sağlıklı bir ilişki kurulamamış tek taraflı sevilen bir sevgili olarak algıladım. Öte yandan diğer bir sevgili olan “Ivan” ile yaşadıkları mutlu bir ilişkinin, birden fırtınalı bir havada nasıl ortada kalıp psikolojik bir savaş vermesini anlatıyor. Ne olursa olsun yazarın gerçek hayatını okuduktan sonra kitaba daha iyi adapte olacağınızı düşünüyorum. (Özellikle yazarın ölümü) Bachmann’ın zihninde bitap düşmüş aşk, ilişkiler, savaş ve varoluşçuluk ile ilgili sorgulamaları var. Duyguları ve düşüncelerini lime lime ayırıp, parça pinçik etmesi var. Bütün bunları gelişi güzel akış olarak okuyorsunuz. Sonrada yavaş yavaş duygularının ve psikolojisinin nasıl komaya girdiğini okuyorsunuz. İçinde güzel Viyana ve güzel Tuna nehrinden de bolca bahsedilen bu kitapta insanın insana yaptığı zulüm var. Kadın ve erkek arasındaki aşk var. Aslında yazarın aşk ve ölüm gerçeğini hem kabul, hem de reddettiğini ve bu reddedişte nasıl bir ruh acısı çektiğini zihninizde hissedip son kelime ile rahat bir nefes alıyorsunuz. “Cinayet”. Bu kitabı okumaya gerçekten hazır mısınız? Bir daha düşünün. :)
MalinaIngeborg Bachmann · Yapı Kredi Yayınları · 2022644 okunma
Öncelikle keşke kitabı sansürlü bi sekilde okusaydim.Bi ara haydar dümen mi okuyorum diye yazarına tekrar tekrar baktim. :)"İnsanlar açık seçik bir şekilde cinsellikten bahsetmiyor; hatta onlar cinsellikten hiç bahsetmiyorlar. Konuşsalar bile, dolambaçlı şekillerde konuşuyorlar, diplomatik bir şekilde konuşuyorlar. Diyor osho. bende bilmiyorum bu adam ne yaşadı Freud vakasi gibi . Ben hiç girmiyim bu konuya ama bu konu üzerinde çok duruyor.
Erkek ve kadın diye birşey yok demeye getirecek kadar ikisini birleştirmeye çalışiyor.Kadın bilinçli olarak kadındır, bilinçsiz olarak erkektir; erkek bilinçli olarak erkektir, bilinçsiz olarak kadındır.
Şiir yazarken kadınsı olmam gerekir vs eğer yazı yazacaksam savaş yazısı değilse kadınsı olmam gerekir. İki cinsiyete sahipmisiz %51 erkek %49 kadın :) bizimkiler duyda evlatlıktan red edecek :)
Daha sonra kadın erkek karşılaştımasina getiriyor.Erkek fizyolojik kadın psikolojik takiliyor. Erkek felsefik kadın ayakkabı elbise :) (valla o söylüyor. ben katılmıyorum) . Sonrasında kadınlar dünyayı yonetse savaş olmazdı(haklı alkisladim) .böyle farklı konularda erkek-kadin üzerine bir fikirler ileri sürmüş kitapta katıldıklarım oldu katilmadiklarimda oldu. Kadına değer vermeyen bir toplum olduğumuzdan(dönem için) her gördugumuz safsataya da inanmamak gerekir .aile kavramına hiçe sayan fikir akımlarına suruklenmemeye dikkat etmemiz gerek.
Bu da final izlemenizi tavsiye ederim aydinlatacagini düşünüyorum.
m.youtube.com/watch?v=AxA4H--...
“Erkeğin de rahmi olsaydı, doğurabilseydi bu dünya çok daha mutlu bir dünya olurdu, savaş falan olmazdı. Kadın doğurduğu için yaşamın değerini biliyor, erkek yaşamın değerini bilmiyor. Öldürmeyi kahramanlık sanıyor”
Yaşadığımız dünya bir engellenmeler dünyasıdır. Toplulukla beraber olabilmek için ölene kadar arzu, istek ve fikirlerimizi kısıtlama/gizleme yoluyla yaşarız. Toplum, en küçük birim olan aileden başlayarak "yusyuvarlak bir boşluğa sığabilmek için köşelerimizi törpüleyebilmek" adına çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Bütünden kopulmaması