Türk ulusalcıların içini de buna benzer öfkeler kemiriyordu: İlerleyemiyorsak, diyorlardı özetle, bunun nedeni Arap prangasını yüzyıllardır arkamızda sürüklememizdir; o karmaşık alfabeden, modası geçmiş geleneklerden, eskil düşünce tarzından kurtulmanın tam zamanıdır; hatta kimileri, kısık sesle, dini bile katıyorlardı bunların içine. "Araplar bizden ayrılmak mı istiyorlar? İyi ya! Hadi o zaman! Buyursunlar gitsinler! " Yalnızca alfabeyi değiştirmekle yetinilmedi, Türk dilinden Arapça kökenli sözcükleri ayıklama işine girişildi. Ne var ki bunların sayısı çoktu ve sık kullanılıyordu, örneğin İspanyolcadakin-den daha fazla Arapça kökenli sözcük vardı Türkçede; İspanyolcada Arapçadan özellikle somut yaşama ilişkin sözcükler alınmıştı -yeryüzü şekilleri, ağaç isimleri, besin maddeleri, giysiler, aletler, mobilyalar, meslekler-, entelektüel ve ruhsal sözcük dağarı daha çok Latince kökenliydi.
Türkçedeyse, bunun tersine, Arapçadan özellikle soyut kavramlar alınmıştı: "iman", "hürriyet", "terakki", "ihtilal", "cumhuriyet", "edebiyat", "şiir", "aşk" vb. Demek ki bu acılı kopuş hem bedensel hem de ruhsal açıdan gerçekleşiyordu.
Aynı dönemde, aynı çatı altında, ama birbirlerinden pek hoşlanmadan doğan Türk ulusalcılığı ile Arap ulusalcılığının son derece farklı yazgıları olacaktı. îlki zaten yetişkin doğmuştu, İkincisiyse asla yetişkin olamamıştı. Ama doğrusu, ikisi de ellerinde aynı kozlarla, önlerinde aynı engellerle ortaya çıkmamışlardı.