Kuşlarımı da bırakayım gitsinler Dışarıda ölürler mi sence Postacı mektup bile getirmezse onlardan Ben bir anne gibi ağlarım sonra
Bu zamanın gençlerine, tazelerine, ne oldu bilmem ki? Bir delilik, bir çılgınlık, bir hoppalıktır gidiyor... Şaşıp kalıyorum... Mahallelerini, evlerini beğenmiyorlar... Hayatlarını değiştirmek istiyorlar... Baksana, Hatice bile, Hoca Mustafa Efendi’nin kızı, ille aktrist olacağım diye tutturuyordu. Ben mutaassıp bir kadın değilim. Genç kızların, memur, muallime, mağazalarda tezgâhtar olmalarına itiraz etmem. Tiyatroya gitsinler, çalgılı kahveye de gitsinler, kızmam. Amma, aktrisliği zihnim almıyor, bir Müslüman kızına yakıştıramıyorum, ayıp değil a... Zaten oyuncular, bizde, kim ne derse desin, âdi insanlar... Hiç kibar sınıfından, asilzade bir gencin oyuncu olduğunu gördünüz mü?.. Olmaz... Misal yok... Hatice’ye ben bunları söyledim de... Amma.. kabil mi anlatmak?
Reklam
İşte, şu asr-ı saadeti görmeyenlere, Ceziretül Arab-ı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zatın, o zamana nisbeten bir senede yaptığını yüzden birisini acaba yapabilirler mi?
"Aslında yalnız ben değil, bütün insanlar, doğduktan sonra adım adım kendi mezarlarına doğru gitmiyorlar mı? Yolları ne kadar uzak düşse de, ne kadar dolambaçlı, inişli çıkışlı olsa da, sonunda gelip son konuta erişirler. Nasrettin Hoca'nın dediği gibi, nereye giderlerse gitsinler, sonunda varacakları yer burasıdır."
Sayfa 97 - Everest YayınlarıKitabı okudu
Türk ulusalcıların içini de buna benzer öfkeler kemiriyordu: İlerleyemiyorsak, diyorlardı özetle, bunun nedeni Arap prangasını yüzyıllardır arkamızda sürüklememizdir; o karmaşık alfabeden, modası geçmiş geleneklerden, eskil düşünce tarzından kurtulmanın tam zamanıdır; hatta kimileri, kısık sesle, dini bile katıyorlardı bunların içine. "Araplar bizden ayrılmak mı istiyorlar? İyi ya! Hadi o zaman! Buyursunlar gitsinler! " Yalnızca alfabeyi değiştirmekle yetinilmedi, Türk dilinden Arapça kökenli sözcükleri ayıklama işine girişildi. Ne var ki bunların sayısı çoktu ve sık kullanılıyordu, örneğin İspanyolcadakin-den daha fazla Arapça kökenli sözcük vardı Türkçede; İspanyolcada Arapçadan özellikle somut yaşama ilişkin sözcükler alınmıştı -yeryüzü şekilleri, ağaç isimleri, besin maddeleri, giysiler, aletler, mobilyalar, meslekler-, entelektüel ve ruhsal sözcük dağarı daha çok Latince kökenliydi. Türkçedeyse, bunun tersine, Arapçadan özellikle soyut kavramlar alınmıştı: "iman", "hürriyet", "terakki", "ihtilal", "cumhuriyet", "edebiyat", "şiir", "aşk" vb. Demek ki bu acılı kopuş hem bedensel hem de ruhsal açıdan gerçekleşiyordu. Aynı dönemde, aynı çatı altında, ama birbirlerinden pek hoşlanmadan doğan Türk ulusalcılığı ile Arap ulusalcılığının son derece farklı yazgıları olacaktı. îlki zaten yetişkin doğmuştu, İkincisiyse asla yetişkin olamamıştı. Ama doğrusu, ikisi de ellerinde aynı kozlarla, önlerinde aynı engellerle ortaya çıkmamışlardı.
Ezansız Semtler
Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler. İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu
Reklam
273 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.