Gözlerinizi evrenin merkezine dikerseniz, oradaki soğukluğu görürsünüz. Boşluğu. Neticede evren bizi önemsemiyor. Zaman bizi önemsemiyor.
İşte, bu nedenle birbirimize göz kulak olmamız gerekiyor.
"Sizce ne o?"
"Küçük çocuk Hannibal, 1945 'te karların içinde kız kardeşini kurtarmaya çalışırken ölmüş. Kalbi de Mischa ile birlikte ölüp gitmiş. Şimdi ne? Bunun için henüz bir kelime icat edilmedi. Daha iyi bir kelime olmadığı için, canavar diyebiliriz."
...
Kaldı ki arkadaşlığın değeri, ürettiği yarara göre saptanamazdı. Has arkadaşlık yarar üretmezdi. Binlerce yıldan bu yana insanoğlunun yaratabildiği en dayanıklı üründü: sevgi. Sevgi metreyle ölçülemezdi, kiloyla ölçülemezdi, sıkıştırılmış havanın gücüyle ölçülemezdi. İnsanlık, sevginin ne ölçü birimini ne ölçü gerecini keşfetmişti.
"Dünyamız ucuz bir kar küresi ve her ters çevrilişinde, tutunamayıp kar tanelerine karışıyoruz. Oysa varlığımız ağır; düştük mü aşınıyor sevgimiz. Gülen gözlerimiz, güzel burunlarımız, virgüle kıvrılan dudaklarımız ve pürüzsüz tenimizden, taşlaşmış bir öfke kalıyor geriye. Gün geliyor, o öfke tuzla buz ediyor küreyi. Başka bir hayat bilmediğimizden, balıklar gibi çırpınarak ölüyoruz. Hepimiz böyle olacağını bile bile düş görüyoruz yine de. İnce topuklu, deri çantalı, şapkalı kadınların ellerinden tutup, bizi evlerine götürmelerini umuyoruz. İtilip kara bulanıyoruz sonra. Çamura..."
Fizik kâidesiydi bu. Koşan adam yürüyen adamı geçerdi. Yürüyen adam da yerinde sayan adamı... Yerinde sayan adam da geriye doğru yürüyeni geçer, geriye doğru yürüyen de geriye doğru koşanı... O zaman en önde olmak için illa da koşmak gerekmiyordu.
İnsanoğlunun yapısı hayret vericidir. Genelde burnunun ucundan ileriyi göremez ve her zaman için kötünün daha da kötüsü ile karşılaşabileceği ihtimalini aklının ucundan bile geçirmez.