"çok ilginç,” dedi furi.
“şimdi, ya ben aklımı kaçırdım ya da sen, beş yaşındayken o odaya girip orada yatan bebeği
gördüğünde onu öldürmeyi isteyecek kadar nefret duyduğun için, bu öyküyü uydurdun, ne dersin?”
“ama hatırlıyorum.”
“nefret ettiğini hatırlayabilirsin, ama bütün kanıtlar
aleyhinde. annen içeri girdiğinde ne demişti? ‘bırak şu
bebeği!’ ya da ‘bebeği incitme!’ gibi bir şey mi?”
“hayır, net bir biçimde hatırlıyorum. annem ‘ne
yapıyorsun burada?’ dedi ve bebek de o sırada ağlıyordu.”
“bu işte beni şaşırtan şey, olayın duygusal yönünü –
nefreti ve acıyı– dinlemeye kendimi çok kaptırdığım için,
gerçekleri gözden kaçırmış olmam. bu gerçeklerin,
varlıklarını bana duyurmak için tekrar tekrar bağırmaları
gerekti. nefret gerçekti, deborah, acı da öyle. ama şu
yaptığını hatırladığın şeylerin hiçbirini yapacak kadar büyük değildin o sırada. ve annenle babanın bütün bu yıllar boyunca duyduğunu söylediğin utanç da, kız kardeşinin ölmesini istediğin için kapıldığın suçluluk duygusundan başka bir şey değil. kendi gücün konusunda edindiğin yanlış bir fikirle (sırası gelmişken söyleyeyim, hastalığın yüzünden bir türlü
kurtulamadığın bir fikir bu), bu düşünceleri kafandan
atamadığın bir anıya dönüştürmüşsün.”
“gerçekten olmuş bir şey gibiydi sanki. bunca yıl, gerçek
bir şeymiş gibi yaşattım bu anıyı.”