“Hayatı olduğu gibi bir düşünün, hayatın ayrıntılarını düşünün, sonra mezardan başka hiçbir anlamı olmadığını, hiçbir amacı olmadığını, hiçbir hedefi olmadığını düşünün.”
Batılı, her ne pahasına olursa olsun, kendi kültürünün korunmasını ister. Müslümansa, her ne pahasına olursa değil, gerektiği ölçüde kendi geçmiş kültürünü sahiplenir, gerektiği yerde de bu kültürü reddetmekte tereddüt etmez. Çünkü onun asal amacı, geçmiş başarılarına yaslanmakta değil, Müslümanca bir hayatın sürdürülmesinde temerküz eder. Böyle bir hayatı sürdürmeye yarayan kültür makbuldür onun için, yoksa atalarının bu kültürü yaşamış olması değil.
"Lisede pek bir şey öğrenmediğimiz anlaşılıyor," diye üzüldü genç adam. "Sistemi anlamak için," dedi profesör, "Daha doğrusu, sistemin gerisindeki matematikçiyi, onun nasıl düşündüğünü sezmek gerekiyor. Bunu öğretmiyorlar size; belki liseden sonra da öğretmiyorlar, hiç öğretmiyorlar. Matematikçinin neden ve nasıl düşündüğünü hiçbir zaman bilmiyorsunuz belki.
"Matematiği birtakım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. Sayıların ve Eski Yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezseniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıfı geçmek olur."
Hayatın amacı et yemekti. Et, hayatın kendisiydi. Hayat, başka hayatlarla yaşamını sürdürüyordu. Yiyenler ve yem olanlar vardı. Yasa şöyleydi: YA YERSİN YA DA YEM OLURSUN.