Buluşmak da rast gelmek de, aramak da, kalbine dönmek de buydu. Hayatın mucizesi, esrarı, yazgısı, kaderi, çilesi ve teri buydu. Kim neyi arıyorsa onun tuzağına da yem oluyordu.
..gayet eski bir sözdür. "Hiç kimse kimseyi tamamiyle anlayamaz!" derler. Bu söz, bütün dünyada, romantik bir edebiyat doğuran en büyük fikirdir ve bugüne kadar doğru olmaktan da çıkmamıştır. İki insan, kendilerini birbirlerine anlatmaya çalıştıkları halde bile buna tamamiyle muvaffak olamazlar. Nerede kaldı ki bunlardan biri, kalbinin çetin muhafazası içinde birşey saklamaya karar versin de öteki anlayabilsin; bu büsbütün imkansızdır.
En basit adamın hayatı bile, başka bir adam için namütenahi, karışık, içinden çıkılmaz bir esrar yığınıdır. Hatta kendi kendimizi bile iyice tanımıyoruz. Kendimizden sakladığımız esrar da vardır ki, bugünün felsefesinde "gayrişuur" adını alan gizli ruh tabakasının içinde kapalı kalır. O halde nafile yere, sevgililerimizin meçhul ömürlerinin namütenahi teferruatına karışan esrarı öğrenmeye kalkışmayalım. En sade hayatın teferruatı bile namütenahidir ve sahibinden bile gizli safhalar taşır.
Uzun senelerin neticesinde insan, yaşamın geçip gittiğini, boyun eğip ayrılığa hazırlanmak gerektiğini anlar. Gönül istemez, razı olmaz durup dururken yok olmaya. Öyle özensizce. Ayaküzeri. Geriye dönüp baktığında, sadece anlatmak değil, hayatın sırrına ermek isteği de duyar. Kendi kendisinin sorusunu yanıtlamak: Tüm bunlar başıma neden geldi? Her şeye biraz vedalaşır gibi, kederli bakar kişioğlu... Öte taraftan bakar gibi... Artık başkalarını, kendini ne diye kandırsın? Anlamıştır ki ölüm üzerine düşünmeden insanla ilgili herhangi bir şeyi aydınlatmak imkânsız. Ölümün esrarı her şeyin üzerinde...
(...) öldükten sonra kendilerine ne olacağı gibi şeyleri bilmek isterler. Oysa hayatın gerçek esrarı siz öldükten sonra ne olacağı değil siz ölmeden önce ne olacağı. Ölümü anlamak için yaşamı anlamanız gerek.
Herkes öldükten sonra kendine ne olacağını bilmek ister oysa hayatın gerçek esrarı siz öldükten sonra ne olacağı değil siz ölmeden önce ne olacağı.
ÖLÜMÜ ANLAMAK İÇİN YAŞAMI ANLAMANIZ(anlamlandırmanız) gerek
İşçi veya memur, köleler gibi çalıştırılıyor, köleler gibi, çünkü hepsi de birer alet, yerlerine başkalarını koyabilirsiniz. Boş zamanlan gidip gelmelerle harcanır. Geceleri , megapollerin çevresindeki gettolara takılırlar. Onlar için iki kaçış vardır, biri pasif: televizyona kaçış, televizyon hayatlarını zenginleştirmez, yaşayamadıkları hayatın yerine bir sahtesini sunar; öteki faal bir kaçış: zora başvuruş, gençlerin kaçışı. Sonra , insanı tabiat kuvvetlerinin mahrem-i esrarı yapan ve zekanın zirvesine yükselten aşk kabiliyetinin, müstehcen endüstrisiyle pespayeleştirildiğine şahit olmak ne hazin! İnsan boyuna tabiattan koparılıyor, cinsi tatmin bile tabii'nin son melcei olmaktan çıktı.
Küçük şeyler, basit zevkler onu mutlu etmeye yeterdi. Pamuk tarlasında güneşin alnında saatlerce çalıştıktan sonra akşamın sakin serinliğini duymak, ona sonsuz bir mutluluk, doygunluk verirdi. Gözünü tek bir çiçeğe dikip saatlerce oturur, insanoğlunun bilinmeyen yanları, hayatın esrarı üzerine derin düşüncelere dalardı. Küçücük bir kumsala konan mavi bir balıkçıl, bir uçan balığın gümüş pırıltılar bırakan sıçraması, ya da batan güneşin, pembe beyaz ışınlarının küçücük bir su birikintisinde oynaşması, ona, bütün bir günün öldürücü yorgunluğunu ve Schemmer'in ağır kamçısının şaklamalarını unuttururdu.