"1826' da Yeniçeri olayları (Vaka- yı Hayriyye) neticesinde, kadılık da hayli sarsıntı geçirdi. Yeniçeri Ocağı kaldırıldığı zaman aslında yok olan tek şey sadece asker ocağı değildi."
Osmanlı İmparatorluğu, medrese eğitiminin hemen tamamen kolay fakat sahte eğitim olduğunu 18. yüzyılın başı ile 19. yüzyılın sonu arasında geçen sürede yavaş yavaş anlamış, bunu bertaraf etmek için de perakende tedbirler almaya yeltenmiştir. Bu tedbirler, gerçek eğitimi istemeyen bilgisizler ve art niyetliler arasında Sultan III. Ahmet (1674-1736; saltanatı 1703-1730) ve O'nun Osmanlı'nın Müslüman cemaati içine matbaayı sokan başveziri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya (1660-1730), Sultan III. Selim'e (1761-1808; saltanatı 1789-1807) karşı Kabakçı Mustafa İsyanı'nı (25 Mayıs 1807-13 Temmuz 1807), Sultan II. Mahmut'a (1785-1839; saltanatı 1808-1839) karşı da nihayet Vaka-yi Hayriyye (15 Haziran 1826) ile noktalanan bir seri başkaldırmayı alevlemiş, bilhassa halk arasında cahil ve mutaassıp din adamlarının yarattığı huzursuzluğu, devlete güvensizliği ve kargaşayı asla önleyememişti.
Sayfa 108 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu, II. Mahmud'un saltanatının son on üç yılında gerçekleştirilen idari, iktisadi, askeri ve sosyal düzenlemelerin eseridir denilebilir. Bu dönemde sadece kapsamlı reformlar gerçekleştirilmedi, bu büyük dönüşümün adı da 'Tanzimât-ı Hayriyye' ve 'Tanzimât-ı Mülkiyye' olarak konuldu. Keza vefatından bir yıl önce benzer bir fermanın ilanının tartışıldığını, ancak başta Âkif Paşa olmak üzere yakın çevresinin, mutlak iktidarını sınırlandıracağı yönündeki ikazları nedeniyle bundan vazgeçildiği nakledilir. Dolayısıyla Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu'nu sadece Mustafa Reşid Paşa'ya mal eden, zamanın ruhunu, devlet aklını ve bürokratik tecrübeyi tek bir şahsa indirgeyen kemikleşmiş ezberler ve fermanı 'can havliyle bir gece evinde kaleme aldığı' şeklindeki dramatik-romantik kurgular tarihsel realite karşısında hükümsüzdür.
Bu anlayış ve yaklaşımın tezahürü olarak müesses nizâmda kazanılmış hakları, statüleri ve konumları kaybetmek istemeyen zümreler ve muhafazakâr kesimler ‘cedîd' sıfatını kategorik olarak “kadîm"in dolayısıyla geleneğin tasfiyesi olarak değerlendirdiklerinden, ‘cedîd' yerine bu kesimlerde alerjik reaksiyona yol açmayacak,
"Yüce Allah kıyamet günü der ki:
Ey âdemoğlu, hastalandım neden beni dolaşmadın?
(Kul) Ya Rabbi der, ben seni nasıl dolaşabilirim ki sen âlemlerin Rabb'isin.
(Allah) Bilmedin mi ki der, filan kulum hastalandı; niye onu dolaşmadın? Onu dolaşsaydın beni, onun yanında bulurdun.
Ey âdemoğlu der; senden yemek istedim; neden doyurmadın beni?
(Kul) Ya Rabbi der, ben seni nasıl doyurabilirim ki sen âlemlerin Rabb'isin.
(Allah) Filan kulum senden yemek istedi; neden onu doyurmadın; bilmedin mi ki
onu doyursaydın bunun ecrini katımda bulurdun der.
Ey Âdemoğlu der, senden su istedim; neden bana su vermedin?
(Kul) Ya Rabbi der, ben sana nasıl su verebilirim ki, sen âlemlerin Rabb'isin.
(Allah) der ki: Filan kulum senden su istedi, neden ona su vermedin? Ona su verseydin bunun katımda ecrini katımda bulurdun."
Cami'us Sagtyr, Mısır, Matbaa-i Hayriyye; 1321, C. I. s. 65
Gördügün atlas u dîbâ vü harîr
Bûyı bed bir kefen-i kirm-i hakîr
Gördüğün şu atlaslar işlemeli kumaşlar ve ipekler, gerçekte zavallı bir tırtılın pis kokulu kefeninden öte değildir.
Olmayınca mütenâhî ma’lûm
Mümkin olur mı tenâhî-i ulûm
Sana kâfîdür ola nakş-ı zamîr
‘İlmden fıkh u hadîs ü tefsîr
Gayrısın okı velî itme amel
Olma pâ-mâl-i da’âvî vü cedel
Fıkhdan eyle ibâdâta nazar
Eyleme semt-i da’âvîye güzer
"Pertevniyal Valide Sultan'ın vakfettiği ve 1875 tarihi civarında Medine-i Münevvere'de inşasına başlanan, Ebniyye-i Hayriyye olarak tanımlanan hastane kuruluşundan itibaren 'düşkün ve hasta kadınlar için' yaptırılmış olması bakımından ilktir."