Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. (Aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler.) Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karşısına çıkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir.)
Oğuz menkıbesi, Uygurca bir metinde,
Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı gözü, saçı ve kaşları siyah bir dünya güzeliydi. Annesinin memesinden ilk sütü emdikten sonra, bir daha emmedi. Yiyecek istedi, lakırdı etmeğe başladı. Kırk günde büyüdü: dolaşıp oynuyordu. Oğuz’un ayakları öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğürleri kıllı idi. At sürü­sü güder, beygire
Reklam
Ekber Şahın bilimsel merakı
Ekber evrene yönelik keşiflerini yerleşik Asya veya Avrupa kültürleriyle sınırlandırmamıştır. 1582'den sonraki bir tarihte köklü bir felsefi tartışmayı çözmeyi denedi ve insanoğlunun yaratılıştan gelen ve diğer bütün dil ve dinlerin kendisinden türediği doğal bir dile ve inanca sahip olup olmadığını bulmaya çalıştı. Bunun için yeni doğmuş yirmi bebeğin ebeveynlerinden satın alınarak izole edilmeleri ve ses seda çıkarmayan hizmetçiler tarafından bakılmalarını emretti. Birkaç yıl sonra çocukların hiçbir dili konuşmadıkları ya da herhangi bir dine inanmadıklarını görünce, "konuşmanın çağrışımlarla öğrenildiği, aksi takdirde insanların meramlarını anlatamayacakları" sonucuna vardı. Ekber üreyip üremediklerini, üreyebiliyorlarsa yavrularının nasıl olacağını gözlemlemek için de farklı türden hayvanları melezlemeyi denedi. Dahası elkimya (alchimie) ile altın üretme ve esoterik yollarla ölümsüzlük elde etmede ustalaşmak için çaba harcadı.
Sayfa 199Kitabı okudu
Hüveytatlılar gittikçe işi azıtıyor, hükümetin aley­hinde cephe alıyorlardı. Müflihul Cehmani, aşiret reisi Ude Ebu Taya’nın, “Söyle Selahattin’e avucumla kanım içeceğim ve böyle yapmak için de Allah’a ahdettim” dediğini bana ye­minler ederek söyledi. Müflihul, “O kadar rica ettim, aşiretin rahat durmuyor, bunun önüne geçin” deyince, “Ben
465 öğeden 291 ile 300 arasındakiler gösteriliyor.