Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
«Ey Hak yolu yolcusu! Senin bedenin ve hâllerin bir mektup gibidir; ona dikkatle bak! Pâdişaha (yâni Hakk’a) layık olup olmadığını anla da, onu, ondan sonra yerine gönder! Bir köşeye çekil, kendini sorgula; mektubu, yani kendini, iç dünyanı aç da oku bakalım! İçindeki hisler ve hâller, Rabbine lâyık mıdır? Eğer o mektuptaki yazı (yâni senin bedenindeki huylar) velîlere layık değilse, o mektubu parçala, yırt at da, (yani kendini ıslah edip) başka bir mektup yazma çâresini ara! Fakat beden mektubunun açılmasını ve okunmasını kolay sanma! Öyle olsaydı, herkes, gönül sırlarını kolayca, apaçık görürdü! Kapalı bir mektup gibi olan bedeni açmak, içindeki yazıları, yâni insanın huyunu, iç durumunu anlamak, yani kendi hakîkatini keşfetmek ne kadar güçtür! Bu; olgun kişilerin, âriflerin işidir; sokak çocuklarının işi değildir!» Kendi iç âlemini okuyacak duruma gel!.. Çâre, Hakk’ın kelâmına gönül vermektedir. Cenâb-ı Hak buyurur ki: «Nefsini kötülüklerden arındıran felâha ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.» (eş-Şems, 9-10) Unutmayalım ki; Bir gün hayat kitabımız açılacak. Kıyamet günü bize denilecek ki: «Kitabını oku!» O gün, bütün uzuvlarımız ağız hâline gelecek. Yaptıklarımızı onlar söyleyecek. Kendi şahidimiz kendi uzuvlarımız olacak… Rabbim, o gün amel defterleri tertemiz olanlardan eylesin… Âmin
Musa Çavuş, mektuplarını yazdığım için günde birkaç kez bana çay verirdi. Bir gün mektup gelmiş. Ben orada yoktum, okuyacak kimse bulamamışlar. Saraylı ağalar da okuma bilmezlerdi. Bizim fırın, yanımızdaki kahvehane, Kahvecibaşı Süleyman Efendi'ye ait olduğundan bütün saraylılar oraya gelirlerdi. Yorgancıbaşı Ahmet Bey, fırının bitişiğindeki Rüştiye'den torununu getirtmiş. O da mektubu okuyamamış. Döner dönmez beni çağırdılar. Mektup, Azbıderli Dursun Hoca'nın yazısıydı. Onun eğik büğük yazısına o kadar alışıktım ki bir defada, hiç durmadan okuyuverdim. Kahvedeki herkes beğendi okumamı. Dârüssaade-i Şerife 13 haremağalarından ve içoğlanlarından ince vücutlu, uzun, çok uzun boylu Abdülgani Ağa, hadım edilmişlerin kadınsı sesiyle, "Olan Agop, yazık ki Armenisin. Müslüman olaydın, seni Sarayın Kur'an hafızı yapardım" dedi. Bu Dârüssaade-i Şerife, sarayın haremine verilen addı.
Tarih Vakfı Yayınları, 4.Baskı 2002Kitabı okudu
Reklam
SERDENGEÇTİ’NİN MÜDAFAASI... “Serdengeçti"de neşrettiğimiz “Bir Fakültenin İç Yüzü’’ başlığını taşıyan yazılarımızdan dolayı, evvelâ bu fakülte tarafından tard, sonra da mahkemeye verildik. Biz bu yazımızla bir vicdan borcumuzu yerine getirmiş bulunuyoruz. Bir suçlu sıfatıyla, Allah’ın huzuruna çıkmaktansa C. Savcılan’nın karşısına
Bütun alıntılar
O bir homo economicus'tur ki esiri olduğu makinelerin çalışmasını sağlamak için durmadan tüketmek zorundadır Sayfa: 2 Mutluluk verecek kabiliyeti sun'î olarak meydana getirmeye güç yetiremiyoruz 2 Bugünün insanları her gün gazete okuyacak, politikacıların radyoda yayınlanan nutuklarını, şarlatanları ve havarileri dinleyecek kadar
dün gece bu pasajı paylaşmak için kitabı bitirmedim, okuyunuz.
doğum yapmadan bir hafta önce, çamaşırcı kadın dolabımdaki tüm paramı çalınca doğumu devlet hastanesinde yapmak zorunda kaldım. yoksulların, çaresizlerin gittiği bu hastanede, toplumdan dışlanmış insanların arasında senin çocuğunu doğurdum. fakat burası doğumdan ziyade ölünecek bir yerdi, herkes, her şey yabancıydı. hastalar birbirlerine öfke ve nefret doluydu, herkes yalnızdı., karanlıkta, ilaçlar ve kanla, çığlıklarla inleyen odada herkesin sahip olduğu yoksulluk ve acılar toplanmıştı. yoksulluğun getirdiği tüm fiziksel ve ruhsal utançların ıstırabı burada çekilebilirdi. aşağılandım; savunmasız kadınların çarşaflarını yüzlerindeki alaycı gülümsemeyle açıp tedavi bahanesiyle onlara dokunan genç doktorlar, açgözlü hemşireler sayesinde, fahişeler ve diğer hastalarla birlikte kaldığım, fakirliğin getirdiği o ortak kaderi daha da hissettiren bu yerde, zihinsel ve fiziksel utancı en acı hâliyle tecrübe ettim. bu hastanede bir kadının utanması acımasız bakışlarla çarmıha gerilir ve sözlerle kırbaçlanır. orada sadece üzerinde adın yazan bir tabela vardır, yataktaki insan meraklı doktorların yokladığı bir et parçasından ibarettir, bir deneme nesnesidir. çocuklarını kendi evlerinde ve onları sevgiyle bekleyen kocalarıyla doğuran kadınlar; yalnız, savunmasız ve adeta bir denek gibi yatırıldığı masada doğuran bu kadınları anlayamaz! bugün, bir yerde cehennem kelimesini duyacak ya da okuyacak olsam, hâlâ o gün yaşadığım acıları, o tıka basa dolu odaları, kahkahalar ve çığlıklarla inleyen koridorları, utanç veren o kesimhaneyi hatırlıyorum.
EDİRNE MEBUSU ŞEREF BEY’E Şeref Bey, Şimdiye kadar Millet Meclisinde sesinizin çıktığını hiç işitmemiştik. Halbuki 21-kânunusani-1934 tarihli Hâkimiyeti Milliye de, bana dair yazdığınız yazıda eski bir müverrih gibi konuşuyorsunuz. Tarihten salâhiyetle dem vurmanın moda olduğu şu zamanda, sizin de hiç bir ilmî salâhiyetiniz olmadan bu mevzua
40 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.