Hilafetin kaldırılmasından iki yıl önce, 14 Kasım 1 922'de
Lozan Konferansı'na giderken İsmet Paşa, Hint Müslümanlarının temsilcilerine şu beyanatta bulunmuştu: "Hintlilerin istediği gibi, Halife'nin İslam'ın mukaddes makamları Mekke ve
Medine üzerinde egemenlik iddiası, Türkiye'nin Arabistan'da egemenliğini devam ettirmesi şeklinde yorumlanacaktır; bunu da, ne Araplar ne de dünya kabul edecektir; kaldı ki, Türkiye milli devletinin böyle emperyalist bir iddiada bulunması söz konusu olamaz; biz öbür Müslüman milletierin de özgürlüğünü candan isteriz. Aynı zamanda dini bakımdan hilafete bağlıyız ama hilafeti bir siyasi araç olarak kullanmayız:' İsmet Paşa, öte yandan, Lozan görüşmelerinde Hintiiierin desteğini yararlı gördüğü için şunu da ilave etti: "Biz hilafetin koruyucusuyuz (Hatırlanmalı ki, o zaman Abdülmecid İstanbul'da halife bulunuyordu). Gerekirse, hilafetin hukukunu korumak için savaşmaya dahi hazırız:' Aynı zamanda İsmet Paşa, Hindistan Merkez Hilafet Komitesi'nin desteğine teşekkür etmiştir. Sonunda, Hint Komitesi bütün İslam dünyasının şimdi gözlerini Türkiye'deki yeni kuvvete çevirdiğini ifade etmiş, Türkiye devletinin hilafet makamını müdafaa edeceğini memnuniyetle müşahede ettiğini bildirmiştir.
İsmet Paşa'nın başvekilliğe getirileceğini biliyordum. Cumhuriyet'in ilanı ile artık hilafet ve saltanat mefkuresine son verildiğini görerek her iki habere de sevindim. Çünkü artık hakimiyet-i milliye devam edecek ve diktatörlüğe meydan verilmeyeceğini umdum.
31 Ekim sabahı Çankaya'da Gazi'yi ziyaret ettik. Salona girince :
- Hayrola, Şark ve Garp Cepheleri komutanları bir arada, ne haber? .. dedi.
İsmet Paşa da ziyaretimizin maksadını teklif ettiğim tarzda apaçık söyledi. Gazi sükunetle dinledi. Fakat renkten renge giriyordu. Kızdığı zamanlardaki mutat uzun iç çekişleri ile sigarasını da içiyordu. İsmet Paşa'nın sözü bittikten sonra eline bir kâğıt kalem aldı ve bana sert sert bakarak :
- Peki Paşam , ne tarzda istiyorsanız söyleyin yazayım .. dedi.
- Paşa Hazretleri, umumun arzusu: (Saltanat mülgadır; Hilafet Hanedanı al-i Osman'a aittir)'den ibarettir. Rıza Nur Bey takririn 6. maddesini tadil edici yeni bir takrir teklif eder. Netice esaslı ve bütün milletin sevinçle kabul edeceği bir kanun yapılması ve kabul edilmesiyle mesele güzel hal olur .. dedim.
Bunun üzerine bu tadil takririni her üçümüzün de söze karışmasıyla tespit ettik.
Ortaya yeni bir formül çıktı: Mustafa Kemal Paşa'yı en küçük şehzadeye hilafet ve saltanat naibi ve aynı zamanda diktatör yapmak!
Naibliği ismet, diktatörlüğü de Fevzi Paşa bana söyledi.
Kazım Karabekir Paşa
İsmet Paşa'nın başvekilliğe getirileceğini biliyordum. Cumhuriyet ilanıyla artık saltanat ve hilafet mefkuresine son verildiğini görerek her iki habere de sevindim. Çünkü artık hakimiyet-i Milliye devam edecek ve diktatörlüğe meydan verilmeyeceğini umdum.
Hintli Müslümanlar yani şimdiki Pakistanlılar da o sırada İsmet Paşa'ya bir mektup göndermişler ve Halifeliğin desteklenerek güçlendirilmesini istemişlerdir. Bu mektubun bir kopyası gazetelere gönderilmiş ve mektup aynı gün Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr gazetelerinde yayınlanmıştır. Gazetecilerin İstiklâl Mahkemesine verilmelerinin nedeni budur işte.
Mahkemeye verilen gazeteciler şunlardır: Hüseyin Cahit Yalçın (Tanin), Ahmet Cevdet (İkdam), Velid Ebüzziya (Tevhid-i Efkâr), üç gazetenin yazı işleri müdürleri, Lütfı Fikri, Hilâfet yaveri Ekrem Bey ve ayrıca Adana'da hükümetin hoşuna gitmeyecek bir yazı yazmış olan eski milletvekillerinden Abdülkadir Kemalî de tutuklanmıştır.
O yılların ileri gelen milletvekillerinden Topçu İhsan Bey'in başkanlığında bir yargı kurulu düzenlenip İstanbul'a gönderilir hemen (6). Gazeteciler vatana ihanet suçuyla mahkemeye verilmişlerdir.
Sayfa 80 - İstiklal Mahkemelerinde basına ilk davaKitabı okudu
Mahkeme, ”kadınların başını açıyor” gerekçesiyle halkı devlete karşı kışkırtmak suçundan yargılanan Hafız ibrahim Ethem isimli şahsı bir yıl hapse mahkum ettikten sonra ingilizlerle sıkı münasebette bulunduğu ileri sürülen Hilâfet Yaveri Ekrem Bey’i delil yetersizliğindenserbest bıraktı. Bakacak başkaca dâva kalmaması üzerine 20 Ocak 1924’de Başvekil ismet Paşa
Meclis’e başvurarak Mahkemenin görevine son verilmesini istedi. Meclis, elindeki dâvayı sona erdirmesi kaydıyla istanbul istiklâl Mahkeme-si’nin görevini sona erdirdi.
İsmet Paşa, Köstence üzerinden Türkiye'ye avdet etti. Fakat Haim Nahum ondan daha er davranarak İzmir İktisad Kongresi'nin açılışından bir gün evvel İzmir'e ulaşmış ve M. Kemal'e mulâkî olmuştu. Ona Lozan'daki durumu aktarınca M. Kemal Paşa, kongrenin açış konuşmasında İzmir'e gelirken söylediklerini tekzib edercesine Hilâfet hakkında sert bir konuşma yapmıştı. Halbuki O, bundan az bir müddet önce (Bursa'da, 23 Ocak 1923'te):
"...Hilâfet'in yalnız Türk halkına değil, bütün İslâm Âlemi'ne şümûlü olması hasebiyle, bu makam hakkında karar vermek Türk Milleti'nin selâhiyeti hâricindedir." demişti.
Çeşitli yazarların hilâfet ve millî hâkimiyetin telif olunabileceğini ifade eden yazılarını ihtiva eden bu resmî eserde İsmet Paşa'nın Abdülkerim Kayyum'a söylediği şu sözler ne kadar câlib-i dikkattir:
"Size ve sizin vasıtanızla bütün Müslümanlara diyebilirim ki, Hilâfet'e her zaman olduğu gibi, dinen pek sıkı merbut (bağlı) olduğumuz gibi icab ederse, onun müdafaası için son damla kanımızı dökmeye hazırız. Türk milleti, İslâmiyet'in kalıcı olmakla müftehirdir. Müslüman Dünyası bizi terk mi ede cektir? Müslüman kardeşlerimiz, düşmanlarımızın bizim hakkımızdaki müfteriyâtına (iftiralarına) mı kapılacaktır?.. Erkek, kadın, çocuk, Türk Milleti'nin fakir, zengin her ferdi Hilâfet-i İslâmiyye'nin şan ve şerefine zahîr (yardımcı) de hâdimdir. Ve bütün Türk Milleti diyorum, yalnız bir ferdi değil!.. Fert yerine yekvücud bütün bir milletin müdâfii olması müreccah değil midir?" (a.g.e., sh: 222)
4) Dördüncü, son ve feodal bir toplumda uygulanması en zor olan seçenek Cumhuriyet'tir. İlk üç model, feodal bir toplumda çok daha kolay uygulanabilir seçeneklerdir, çünkü biri din, öteki sınıf, sonuncusu da ırk diktatörlüğüne dayalı olduğundan, din-tarım toplumlarının ilkel ve
otoriter yapısına çok daha uygundur. Ama Mustafa Kemal Atatürk, en zor olanını, Endüstrileşme ve Aydınlanma olmadan uygulanamayacak bir modeli, laik ve demokratik modeli, yani Cumhuriyet rejimini seçer.Çünkü amacı, toplumu dönüştürmek, bir diktatörlük değil, çagdaş bir laik ve demokratik toplum kurmaktır. Bu amaca varmaktaki çabalarında yalnız bir liderdir.Kurtuluş Savaşı'nın komutanları Hilafet yanlısı olduklarından, yanında sadece İsmet Paşa vardır. Cumhuriyet'in kurulması ve toplumun laik ve demokratik ilkeler temelinde dönüştürülmesi son derece zor ve uzun bir süreçtir:
Altı yüzyıldır "kul" olarak yaşamış insanlara "vatandaş" bilincinin aşılanması, üstelik de bu dönüşümün Endüstrileşmeyi ve Aydınlanmayı yaşayamamış bir toplumda gerçekleştirilmesi, XX. yüzyılda eşi olmayan bir deneyimin yaşanmasına yol açar.