Şimdi mi?… İnsanların gözleri uzun bir uçurumu ezber etmeye çalışan bir çift korku çiçeği, bir imdat çığlığı; sevincine bakarken bile ışığını ağır bir kuşku, boğuk bir önlem duyusundan alıyor. Herkes eliyle göğüs kafesine yerleştirdiği kocaman bir kayanın altında kirpikleriyle kuş resimleri çiziyor gökyüzüne. Zorun, paranın ve yalanın Tanrıları, aşk, iyilik, eşitlik, onur, özgürlük gibi tüm insani değerleri bir ihanet saplantısı, bir bölünme paranoyası ile ufkun dışına itiyor. Bütün korkakların azılı bir kahraman kesildiği şarkıları bozulmuş bir ülkede ölüm, sorunların tek çözümü, hakların ve halkların ilk ve son ödülü oluyor. Özgürlük, bir uygunlukla iğdiş edilmemişse ancak hapishanelerde soluk alıyor. Yatağını cehalet, ihtiras ve çirkinliğin serdiği odalar ve olanaklar içinde, yeteneksizlik parayla yatıp kötülükle kalkıyor. Yoksulluk insanları evlere kapattıkça dünyadan ışığı kesilenler, soğuk bir karanlıkla Tanrıyı çoğaltıyor. Namusu cinsel organlara indirgeyen adamların mutsuz kadınları, bedenlerini soğuk yataklara çarpa çarpa tiksintiyi ve şiddeti doğuruyor. Şarkılar durmadan ayrılık ve ölümü söylüyor. Sesine dağları almış çocuklar, incecik boyunlarında binlerce yılın örseli yükü, gözlerinin ve parmaklarının buğulu pınarıyla yangın yerlerine, taş duvarlara su taşıyor.
Bazı şeyleri iyi bilmeli insan
Ben dağları iyi bilirim mesela
Bir de ardıç ve ayrılığın kokusunu
Herkes Eylül'de hüzünlenir
Ben Eylül'de direnirim
Bazı şeyleri iyi bilmeli insan
Sen aşkı iyi biliyorsun mesela
Gelmelerin adını gitmelerin derinliğini
Bir de renklerle aran çok iyi
Ne çok şeye yakışıyorsun sen
Ve ne çok renkte güzelsin...
Boğulan bir insan doğal olarak yukarı doğru bakar.
Yukarı doğru bakınca ne görür peki?
Boğucu bir karanlığa gömülürken yukarıdaki berrak ışığı ve kurtarıcı havayı görür.
İnsan farklı şekillerde kaybolabilir ama kaybolmuş olma durumu ve bu durumun verdiği his hep aynı: yerinden kıpırdayamama, öfke, uyuşukluk, çaresizlik.
Yazmak istiyorum. Ama her zaman yaşamın günlük hareketliliklerini yeğliyorum. Caddelere çıkmak, doymak bilmediğim sokaklara bakmak, yeni köşeler keşfetmek, yabancı insanları seyretmek, doyumsuz yaşamı gözlerimden yüreğime indirmek istiyorum. Kısacık anlarda çeşitli olayları, insan varoluşunun özünü, zaman ve duyguları sınırsızlık içinde derinliğine düşünen insanlar çok mu? Bilmiyorum. Bir an, zamanları, olayları, duyguları, dağları, kalın gövdeli, büyük dallı ağaçları, yeşil mavi Akdeniz'i, uzantısındaki okyanusları, okyanuslarla ufuklarda birleşen yıldızlı gökyüzünü ve dağların ardından yükselen güneşi aşan olaylarla dolu.
Aşk duraksar ve yara alır
Uçak çelik rengi göğü sesiyle sokunca
Alçalarak yemyeşil ekinlerin arasına
Kuru ekmek yiyen üzgün köylüleri bombalamayaİlkin küçük nir göl kan dolu ağzı
/hava nasıl da yeşil/
Su mu yoksa o katı ışık mı yanakların taşıdığı
Nilüferler isteklerkoca bir devAşk bu çiğnenmiş kırbaçlanmış alta alınmış
Tanıyıp tutunacak bir insan arayan
Gördükçe çelik kazanlarının iç kaynamasını
Kaliforniyadaki silah fabrikalarını/Doların egemenliğ halkın refahı:
Depolar boşalmalı/Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın
Kurşun kanatları gergin
Fosforlu mermiler yine taze
Yıldırımlanmış boğalar
Havanın katı gövdesini kırarak
Yararak hayat dolu sevdanın karnını
Pilot ağzı zehirli bir dil
Kentelenmiş çeneler arasından
Gözler ovaya başını çıkaran insanlarıHaydi aşk aşk
De ki dağları delerim senin için
Yıldızlar yakarışlar açık kartlar
Ve haydi hoşçakalKilimin üstünde
Bir ampül
Bir kırbaç bir ayakkabı
Cahit Zarifoğlu
"Hayatta her şey biz insanlar için değil mi zaten? Unutmak ve alışmak üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Rahmetli ninemin anlattığı bir hikaye vardı. Allah ölüm acısını dağlara vermiş, taşıyamayıp yıkılmış. Nehirlere vermiş, ağlamaktan kurumuş. Rüzgarlara vermiş, esmiş esmiş tükenmiş. En sonunda hepsi dile gelerek, 'Al bu acıyı, dayanamıyoruz,'diye Allah'a yalvarmışlar. Allah ölüm acısını onlardan almış, biz insanlara vermiş. İnsanoğlu arsızmış. Çabuk unuturmuş, çabuk alışırmış. Dağları yıkan, nehirleri kurutan, rüzgarları tüketen ölüm acısı insanı tüketmemiş. İnsan acının ilk haliyle kavrulmuş, kavrulmuş, ama zamanla alışmış."
601 yılından 700 yılına kadar süren 7. Yüzyılda Feelf Dağları'nın bitiminde başlayan Sarı Ovalar'da 7 tane Kasaba varmış.
Bunların birinde; Karısını, çoluk çocuğunu son salgında kaybeden, uşağı ve tek sağ kalan torunu Toliman ile yaşayan bir jeolog yaşarmış. Çocukluğundan beri yerkürenin hayranı, taşları Nebatatları vb şeyleri araştıran