Biraz gülümseme bıraktım masana
ufak bir kaç cümle iliştirdim yüreğine
bütün sesleri kestim sen geleceksin diye
her bir odada aradım yüzünü
santim santim ölçtüm ayrılığım bir kelime fazla
içimde nefes alan adamın hürriyeti ellerinde
şu göğüs kafesime dolan dünya senin dünyan
içtiğim çay, dokunduğun bahçe, filizlenen orman
seninle yeşeren mevsimler
her şey senin adınla güzel
insan yalnız kalınca yabancılaşıyor hayata
sensiz kalmak işte bu yüzden zor
nefes almak başka başka hayatlarda işte bu yüzden zor
ellerin yüreğime uzanıyor
ellerin hayatımı şekillendiriyor
hayatın kokusu mu bu?
dünyanın bütün çiçekleri senin bahçende güzel
şu limanlar, dalga dalga akan deniz
dağlar, kıtalar ve bana huzur veren o ürkek yüreğin
senin için atan şu kalbimi nasılda bilmezsin.
dilime hece hece dolaşan kelimeler
sana gelince nasılda çağlamaya başlıyor...
Hürriyeti yanlış anlayan bir dünyadayız. İnsan hür doğmaz. Eğer kendi ben'i ile mücadeleye başlayan bir irade destanının kahramanı değilse, eğer kendi nefsine galebeden ve kendi ihtiraslarına hakimiyetten başlayan bir hürleşmeye doğru merhale merhale yol almıyorsa, eğer hürriyeti şahsiyetiyle beraber gelişmiyorsa, insan, en hür nizam içinde de hür değildir. Doğarken hürriyetimize de, şahsiyetimize de sahip olamayız. İkisini de, yaşadıkça ve liyakatimiz nisbetinde kazanırız. Burada ferdiyetle şahsiyeti birbirine karıştıranların ezelî hatasına düşmeyelim. Ferdiyet sadece biyolojik vahdetimizi ifade ettiği halde şahsiyet onu aşan ve emri altına alan sosyal hüviyetimizdir.
Nerede o diyar ki içinde, ceza ve hukuk mahkemeleri sayısınca iyilik, doğruluk ve güzellik çalışmakta ve üstün müeyyidelerini haykırmaktadır?
O diyar ki fertleri, hayvan ve nebat hürriyetine zıd olan insan hürriyetile hürdür. İnsan hürriyeti ki insanın, kendi eli ve iradesile hürriyetini tahdit ettiği vakit doğar ve kimseye ferdiyet, hürriyet lafını ettirmez.
Nerede o diyar ki, muhitinde idrak soyluları, paçalı tavuklar derecesinde olsun bir farika taşırlar ve mübaşir üniformasından biraz daha fazla saygı telkin ederler?
O diyar ki, çevresinde hâkimiyet, ne şunun, ne bunun, ne O'nun, ne sınıfların, ne cemiyetin, ne milletin, sadece hak ve hakikatindir... Heyhât ki bu diyar dışımızda değil içimizde ve bulmanın değil aramanın mevzuu...
(Necip Fazıl Kısakürek)
Dünyaca hürmet edilen sosyalist tarihçisi müteveffa George Lichtheim şöyle söylüyor: "Kontrolün tümünü siyasî bir bürokrasinin elinde toplayan merkezi bir plânlamanın randımanlı olması beklenemez, ve bu hâlin, sonunda hürriyeti ortadan kaldırması önlenemez... Eğer sosyalizm, Doğu Avrupa'da 1945'ten sonra empoze edilen hayatın her zaman aynı olacaksa, aklı başında pek az insan onu isteyecektir." Doğu Avrupa dışında, eşitlik yolundaki herhangi bir teşebbüs, hürriyete karşı hakiki bir tehdit olur. İnsanlar kabiliyetlerinde eşit olmadıklarından, diğerlerinden daha fazla yeteneklerle mükâfatlandırılmış kimselerin, şahsî teşebbüslerinin sağlayacağı ekstra mükâfatlardan kendi arzularıyla vazgeçmeleri beklenemez.
Şimdiki ileri teknik ise bedeni kullanmaktadır. İlk insanın vahşi hürriyeti de ortadan kalkmış. İnsan kendinde hayvanların her birini yaşatacak araçları da yanında buluyor.
“Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
Gerici,ilerici...
Düşünce hürriyeti, bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.”