Bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzigârın görmüşüz
“ Dünya bağında hem sonbahar hem baharı gördük biz , Kederin de sevincin de rüzgâr gibi esip geçtiğini pekâlâ biliriz bu yüzden”
Elena Gavuraki hanımefendiden #konağınalfabesi isimli kitapla geldim. Kitabımızın hikayesini herhangi bir kahramanın ağzından değilde konağın ağzından dinliyoruz.
Oldukça etkileyici ve sürükleyici bir kitap olduğunu söylemeden yorumuma geçmek istemedim.
Kitabımız 1800'lü yıllarda İstanbul ve Adalar arasında geçen bir hikayeyi anlatıyor. Feri kocasının ikinci hanımıdır. Zahide'nin üstüne kuma olarak gelmiştir. Feri'nin muallim olan oğlu Ada'da görevini icra ederken Dilistan'a aşık olur. Fakir ve cahil olan Dilistan Feri'nin gözünde Paşa'nın oğluna layık değildir.Muallim Arı bey aşkından yataklara düşer ve annesi Feri bu aşkı kabul etmek zorunda kalır. Düğünleri yapılan aşık çiftler kumrular gibiyken aralarında sonbahar rüzgarları esmeye başlar. Artık bir çocuk sahibi olmaları gerekirken ne yazık ki aşkları meyvesiz kalmıştı. Bu duruma Feri hanım bir el atmalıydı.
Feri hanımın yaptığı hareket nelere mâl olacaktı?
Arı Dilistan'a olan aşkından vazgeçecek miydi?
Arı Beyin çocuğu olacak mıydı?
Yazarımızın ilk kitabı olmasına rağmen kitabın sayfalarını heyecanla çevirip nasıl bitirdiğinize kendinizde inanamayacaksınız
İstediğim, o kalabalığıyla beraber ruhu da değişmiş Beyoğlu'nda eğlenmek değil, ben ruhuma denk fakir İstanbul'un sokaklarında, serin bir sonbahar gününü bir harmani gibi sarınarak sadece yürümek istiyorum.
ufak tebessümler ile taş, duvar
ve sanki hiç doğmamış kadar
geçimsiz bir sonbahar kadını
biz kırk metrekareye dört kişi sığdık
zahmetine katlanılmış şu soğuk şu hain
şu hüsrana mahkûm yontmaları duvarlara dizdik çeşitli el işleri çekiyor canım işte
kocakarı çeyizlerinden
kımıldaması zor geliyor
hangi kolum ulaşmak istese yahut
hangi ruhun
İstanbul Boğazı’ndan doğru esen rüzgâr saçlarımı uçuruyor. Yerdeki sarı, turuncu sonbahar yapraklarından gelen doğa kokusunun, şimdiye dek algıladığım en güzel koku olduğunu duyuyorum.
Yaprak kokularında biraz o da var. Dipdiri.
Ustanın bu kitabını sonbahar aldım elime fakat bir iki hikaye sonra bir türlü okuyamıyorum olmuyor akmıyor sevemedim derken, durdum kestim okumayı başka bisey de okuyamıyorum. Okuma alışkanlığım sekteye uğruyor ama başka bir şey de okuyamıyorum takinti gibi bisey yarim bırakamıyorum. Her zaman sey derim bazı filmler ve kitapların izlenme okunma zamanları vardır. Sonra neden yazmiyorum ben lan dedim kendi kendime ama yazacak bi hikayem yok. Blok yazabilirim ama hikayem yok. Sonra çalıştığım dizi bitti Anadolu turuna çıktım, Erzurum Kars filan derken kitabi da aldım yanıma. Tam kafamda yazmak icin konular ararken ustanın bu kitabı yol gösterici oldu. Bu kitap gündelik hayatın içinden sıradan da olsa insanların gündelik akişlarini yalniz bir adamın gözünden biraz komik biraz eleştirel bir gözlem ile anlatıyor. Bir lokantanın adını "Eveenyakinlokanta" olarak isimlendirirken, lokantadaki musteriyi "Dublesitekgibi" isimler takarak sıradan olayları harika bir gözlem ve isimler ile bize anlatıyor. İş yeri, oteller, apartmandaki komşular, İstiklal caddesinin demografik yapısı, ülke siyasi yapısı, ablası, temmuz sıcağı, istanbul sevimsizligi ve yalnız bir adamın kumrular ile aile olduğunu hayal ettiği sıradan olayları hiç de sıradan olmadan anlatan harika bir eser. Kitabın sonunda burnumun direği sızladı.
Yalnız yaşıyor olabiliriz ama yalnız olmak zorunda değiliz.
İyi ki bu topraklardan bir Ferhan Şensoy geçmiş.