Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler, der İbn Haldun.
Osmanlı Devleti, büyük bir coğrafyaya hüküm sürmüş, 600 yıldan fazla varlığını devam ettirmiş bir devlet. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi Osmanlı da o sona çok yaklaşmıştır. Girilmemesi gereken bir savaşa girilmiş, yapılmaması gereken hatalar yapılmış ve
Selamlar!
Bugünün kitabı az evvel bitirdiğim Jean-Baptiste Del Amo ile tanışma kitabım olan Hayvan Hükümranlığı. Yazar, hayvan sömürüsü ve türcülüğe karşı çıkan bir aktivist olarak da tanınıyor. Kitap beni oldukça etkiledi. Anlatımdaki gerçeklik ve yer yer kaba bir dil kullanılması bazen kitabı elimden bırakıp ara verip sonra devam etmeme neden
Acı bizi üç yönden kuşatır: kaderi çöküş ve yok oluş olan, uyarı işaretleri olarak ağrı ve kaygıdan da yoksun kalmayan kendi vücudumuz; karşı durulmaz, acımasız, yıkıcı güçlerle bizi mahveden dış dünya ve son olarak da diğer insanlarla ilişkilerimiz. Bu son kaynaktan gelen acıyı belki de diğerlerinin hepsinden daha can yakıcı buluruz. Başka yerlerden kaynaklanan acılar ka- dar kaçınılmaz olsa da, bu acıyı gereksiz bir fazlalık olarak görme eğilimindeyizdir.
Ümit Özdağ kitapta şu anki siyasi iktidarın ülkede sebep olduğu Devlet krizi, milli birlik krizi, ekonomik kriz ve başını Suriyelilerin çektiği göçmen krizini ayrıntılarıyla ve belgeleriyle anlatıyor.
Özellikle 15 Temmuz olayı bahanesi ve 2016 referandumu sonrasında, hiç bir Anayasal hak ve özgürlük tanımadan, yüce meclisi işlevsizleştirerek ülke yönetimini nasıl kendi amaçları uğruna değiştirdiklerini ve bunları yaparken liyakatsiz atamalar nedeniyle ülkede oluşan yönetim krizi ve bunun tetiklediği diğer krizleri okuyacaksınız. Özellikle mülteci krizi ile ilgili okuduklarınız ülkenin geleceği adına endişelerinizi kat kat arttıracak. Ve maalesef kitapta anlatılanlar sadece 2019 yılına kadar olan süreç.
Peki tüm bu yaşananlarda sadece "Harun olmaya gelip Karun olanlar" mı suçlu? Kendisine dokunulmadığı sürece her türlü zulme, yolsuzluğa, adam kayırmacılığa, ihanete sessiz kalan -her kesimiyle- toplum ?
İyi okumalar.
Cumhuriyetin yüzüncü yılında, Atamıza elimizden geldiğince sahip çıkmak için onun hayatını, bir milletin destanını içeren, bir umudun nasıl yoktan var edildiğini en net ifadelerle içeren pek kıymetli bir eser ile karşı karşıyayız. Cumhuriyete sahip çıkmaya çalışanların içinde sorsan adamakıllı Cumhuriyet'in ilan ediliş tarihini dahi tam
İngiliz edebiyatı öğrencisi olan Esther, 1950’lerde rekabetin sürdüğü New York’a büyük hayallerle gelir ve önemli bir moda dergisinde iş bulur. Kapıldığı beklentilerin masumluğunu yitiren genç kızın bu çırpınışları zamanla kaldıramayacağı bir boyuta ulaşır ve Esther kendini tam bir sırça fanusun içinde bulur.
.
Aslında her şey tıp öğrencisi sevgilisi Buddy ile birlikte bir kadının sancılar içinde doğum anını izledikten sonra gelişmeye başlar. O an bir kimlik arayışı içine girer. Daha sonraları ise Buddy'nin onu defalarca aldattığını öğrenince işler kötüye gitmeye başlar. Genel olarak, Esther'in üniversite yılları, erkeklerle ilişkileri, yaşadığı çöküş, intihar girişimleri ve gördüğü psikolojik tedavileri konu alıyor.
Not: Kitabı okumadan önce yazarın hayatına bir göz gezdirirseniz kitap ile duygusal bağ kurmanız kaçınılmaz olur.
Not2: Bana göre yarım sonlu bir kitaptı. Esther amacına ulaşmalıydı. Tıpkı Sylvia gibi.
Sırça FanusSylvia Plath · Kırmızı Kedi Yayınevi · 201911,6bin okunma
Zwein'gin görüntüde incecik ama içerik olarak dolu dolu muhteşem kitaplarından birisini daha bitirdim...
Kitap bir dönemin güçlü kadını olan Madam Prie'nin çöküşünün hikayesidir. Bence bu çöküşün atında yatan sebep Madam Prie'nin egoist karakteridir.
İnsanoğlu, sevmeye, sevilmeye, ilgi görmeye her daim ihtiyaç duymuştur. Fakat bunları elde edebilmek Madam Pier'in izlediği yol asla olmamalıdır.
Varoluş, kişinin kendi doyumsuz güdülerini tatmin etmesinden ve eğlenceden ibaret boş bir hayat mıdır? İşte bu şekil olunca böyle bir çöküş de kaçınılmaz oluyor...
Şuraya kitabı özetleyebileceğini düşündüğüm bir alıntı bırakmak istiyorum.
"Bilir misiniz ki tarih davetsiz misafirlerden hiç hoşlanmaz ; kahramanları hep kendi seçer ve insanlar ne kadar uğraşırsa uğraşsın hakkı olmayanları acımasızca geri çevirir. Kaderin durmaksızın ilerleyen arabasından bir kez düştün mü ona tekrar binmek imkansızdır. "
İnsan ne oldum değil ne olacağım demeli ve hiçbir zaman mütevaziliği elden bırakmamalıdır... Okunası harika bir kitaptı. :))
"Gün gelecek bu makine teknolojisi beraberinde Faustçu medeniyet ile kendi başını yiyecektir ve unutulup gidecektir; gökdelenlerle dolu devasa şehirlerimiz, Memfis ve Babil'in eski sarayları misali harabelere dönüşecektir, hatta demiryollarımız ve buharlı gemilerimizin kalıntıları, Eski Roma yolları ve Çin Seddi misali, oraya buraya saçılıp darmadağın olacaktır. Bu teknolojinin tarihi, kaçınılmaz sona hızla yaklaşıyor. Tüm diğer büyük kültür biçimleri gibi bizim kültürümüz de kendisini içten içe kemirecektir. Ancak bu kendi kendini yiyip bitirme işi ne zaman ve nasıl olacak bilmiyoruz."
KPSS’de aldığı 88,295 not ile fizik öğretmenliği alanında Türkiye birincisi olan bir genç kızımız mülakatta 55 puan alarak elenince “Tüm soruları bilmeme rağmen elendim, neden, anlamadım!” diye sormaktadır.
Birisi var. Her şey normal. Her şey düzgün, mutlu mutlu yaşıyor bu birisi. Sabah uyanıyor, günlük rutinini yerine getiriyor. Nasıl yaşanabilirse öyle yaşıyor hayatını, ne eksik ne fazla. Dikkatli bakarsanız bazen güldüğünü bile görebilirsiniz bu birinin. Bir süre öncesine kadar hep böyle yaşıyordu bu biri. Şu anda da böyle yaşıyor, ya da böyle
Suriyeli sığınmacılar topluma uyum sağlayacakları yerde toplumu kendilerine uydurmaya çalışmaktadır. Her yerde Arapça levhalar yurttaşlarımızı rahatsız etmektedir. Türk halkı adeta evimizde tanımadığımız insanlar yaşıyor diye düşünmeye başlamaktadır.
Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942), Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında –büyük bir olasılıkla 1922’de– kaleme aldı.
Öyküyü ve içerdiği gerçekliği yeterince kavrayabilmek açısından bu tarihi göz önünde tutmak önemlidir. Orta Avrupa’da 1870’lerde başladığı kabul edilen bu
Krizi aşmanın yolu mucizeler yaratmak değil. Atılması gereken iki temel adım var: Birinci adım devletten başlayarak tasarruf, tasarruf, tasarruf Ve ikinci adım devletten başlanarak üretim, üretim, üretim.