Mısır’ın hemen hemen bütün Müslümanları gibi Sünni olan Nâsır, İskenderiye'ye yerleşmiş İranlı bir tüccarın kızıyla evlenmişti. Nâsır'ın eşi, genç kızlık adıyla Tahia Kazem, Şiiydi, ama o dönemde ne reisin hayranları nede hasımları için bu bir sorundu. İslam'ın iki ana kolu arasındaki kadim kavga artık geçmişte kalmış gibi görünüyordu.
Gençliğimin Lübnanı'nda da Şiiler ile Sünniler arasi evliliklere çok sık rastlanıyordu. Hatta Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki evlilikler de çoğalıyordu. Kuşkusuz bu tür birliktelikler çeşitli çevrelerde çekinceyle karşılanmaya devam ediyordu ama giderek artan sayıda aile hareket halindeki dünyanın olağan bir gelişimi olarak bunları surat asmadan kabulleniyordu.
Bir gün beni görmeye gelen Müslüman yüksek burjuvazisinden bir hanımı hâlâ hatırlarım. Henüz yirmi beş yaşındaydım ama herhalde ona yaşlı bir bilge gibi görünmüştüm. Kızı arkadaşlarımdan biriyle, Hıristiyan bir öğretim görevlisiyle çıkıyordu ve evlenmeye karar vermişlerdi. Kadın, “Yaptığım pek alışılmış bir şey değil, biliyorum” demişti: “Sizden tek istediğim, tamamen aramızda kalmak üzere, bu genci ciddi bulup bulmadığınızı ve sizce kızımı mutlu edip edemeyeceğini bana söylemeniz. Tek kızımızı başka dinden birine vermek bizim için kolay değil, bu olay gerginliklere yol açacak ve bu gencin buna değeceğinden, bu adımı attığım için yarın pişmanlık duymayacağımdan emin olmak istiyorum.” demişti.