NORA: Bir tomar paranın olması ve hiç bir sıkıntının kalmaması ne harika bir şey, değil mi?
BAYAN LINDE: Evet insanın ihtiyaçlarını karşılayabilmesi çok hoş olmalı.
NORA: Hayır ihtiyaçtan değil tomarla paradan söz ediyorum.
....
Genç kadın bir masaya oturdu; garsondan bir sade kahve istedi. Sonra eldivenlerini çıkardı; çantasından sarı kapaklı Fransızca bir roman, bir paket de sigara aldı. Kahvesini ve sigarasını içerken, kitabını okudu.
Yani akşam terasta yapılan birkaç saatlik sohbetin, kahve içerken bahçede geçirilen birkaç saatin, otuz üç yaşındaki erdemli bir kadının kocasını ve çocuklarını gecenin bir yarısında terk edip hiç tanımadığı hoppa bir gencin peşine düşmesi için yeterli olmasıydı.
Sayfa 11 - Aperatif kitap 4.basım Çeviren:M.Taylan ÖztürkKitabı okudu
(...)
Koskoca uzayı minicik mavi dünyanın canlı hayatlarıyla dolduruyorum. Bütün evren yeşilleniyor, coşkulu renklerle isiklaniyor. İmkansız uzaylı asklari uyduruyorum bazen.Kızların dikkatini çekiyorum. Sarıl bana, bak, hiçbir şey olmayacak. Bakire isen bakire, ergen isen ergen kalacaksın. Yenileneceksin, hep yepyeni. Zaman boyutu farklı çünkü. Yaşlandıkça, ilerledikçe, gencleseceksin. "Her varlık ancak kendi benzerini yaratabilir," diyen, zırh sandığı giysilerinin içinde bütün muktedirleri öldürmüş olan "Uzay Don Kisot'unuz" bütün yeldegirmenlerini çalıştırdı, hayat yeniden öğütüldü, bütün aşklar yeniden yazıldı. Savaşlardan evine çolak dönen Cervantes'i yeniden yarattı. Bak kızım, sayende parmaklarim, kesik, sol elim yeniden bir bebek eli gibi büyümeye başladı. Benim evim, gezegenim yok. Hep herkesin dışındayım. Seyisim, Sancho Panza'm beni her akşam Kocayol'daki Üçgen Kahve'de bekliyor. Ona çil çil renkli bilyeler götürüyorum. Lafın gelişi, bilye dediysem, gerçekte onlar gezegen. Bilyelere hapsettim gidip görüp gezdigim gezegenleri. Sancho Panzo artık, " Ne düştü ne kırıldı? " diye sormuyor. Akşama ben gelene kadar bilyelerimle oynuyor. Çak! Çak!Çak! " Sana da birkaç tane vereyim mi?" diye soruyorum çak çak kızlarin bacaklarını okşarken. Elim bacakların derinliğine inerken parmaklarımı etlerine sıkıştırıp yüzüme gözlerindeki yasak işaretiyle bakıyorlar.
(...)