"Bu ülke için fazla iyiydin. Bu taşlı toprak için fazla soylu bir çiçektin(Sf. 220)."
Kitapta iki albay var. Birisi 'albay' ki kitabımızın başkarakteri diyebiliriz, diğeri de 'Albay'dır. albay'ın evinde Albay'ın fotoğrafı asılı ve sık sık gelip o fotoğrafa bakar. Aslında bu fotoğraftaki Albay, İran tarihinin önemli askeri liderlerinden
Ey yolcu, yaşıyorsun bildiğince. Sancısını çektiğin şey ne? Ve sancın seni ne yöne götürüyor? Kocaman bildiğimiz dünya, uzun saydığımız ömür ve bitmez sandığımız koşturma… Dünya da biter , ömür de, koşturmalar da. Ne kalır geriye… Senden ne kalsın geriye? Şu geçip giden ömürden güzel şeyler bırak. Dokunduğun yürekler bırak. Hüzünle karışık
Buket Uzuner ile tanıştıdığım ilk kitabı oldu. En başından en sonuna kadar içine çeken bir yanı var kitabın. Karışık ruh tahlilleri ve çözümlemeleri hakim. Bir sonraki hamleyi tahmin etmek oldukça zor. Dili ise ustaca kullanılmış.
Sonra fil ve vezir. Vezir, fil gibi çapraz gidebilirdi de, fil zaten çapraz mı ilerlerdi yani?
Bu odayı sevmiyorum. Her şey niçin bunca karışık? Binlerce elektrik kordonu birbirine dolaşmış, çözemiyorum, içim daralıyor. Rahatlayamıyorum. Ne oluyor bana, ya da ne oldu bana?
İki tane sinema vardı, küçük, yalnız sınır kentimizde. Filmlerde dudaklarını büzüp, gözlerini süzerek perdeyi kocaman kaplayan İstanbul kadınları. Ortaokula yeni başlamıştık. İbo da benim gibi sinema düşkünü. Midemizin gurultularına kulak asmaz, aynı filmi defalarca izlemek için sinemaya koşardık. Sinema her şeydi, sinema ışıktı, sinemanın beyazperdesi dünyaya açılan penceremizdi. Dünya da: Istanbul
Her şeyin "yok" olduğu o irak, soğuk, küçük taşra kentlerinde, başkalarının "var"larını kitaplardan öğrenmek ve düşlemeye çalışmak acımasız bir gerçektir ve sinema, görmek, bilmek için yanan çocuk yüreklerimize kitaplardan daha acımasızca, bir o kadar da karşı konulmaz çekicilikte açıyordu dünyayı ki: O Istanbul'dur.